Açık – gizli hırsızlık yapmamak

İslamiyet açık ve gizli hırsızlığın her türlüsünü şiddetle menetmiştir. Hırsız, “çalışmadan zengin olmak” isteyen, “korkak” kişidir. Hırsızlık alçaklıktır. Başkasının emeğine göz dikmektir. Çalışıp – çabalayıp, bin bir türlü meşakkatle (zorlukla) para kazanan bir insanın, malını çalmaktan daha kötü ne olabilir?..

Hırsızlığın en kötüsü de, onu “alışkanlık” haline getirmektir.

İslamiyet zaruret icabı (zor durum da kaldığında) yapılan hırsızlığı cezalandırmaz. Mesela, açlığını gidermek, çıplak gezmemek veya zaruri olan bir ilacı çalmak gibi…

Ama çalışmadan yaşamak servet sahibi olmak için yapılan hırsızlığı affetmez! Hırsızın elini keser. Bizim, hırsızın elinin kesilmesinden anladığımız şudur: bu, maddi de olabilir; mecazi anlamda da olabilir. Yani hırsızı hırsızlık yapmayacak duruma getirmek gibi…Hırsızlığın yolunu kesmek…

Açık harsızlık; hırsızın bir kimsenin evine veya işyerine gizlice girip o kişinin malını yada parasına çalmaktır.

Gizli hırsızlık; toplumu sömürmektir. Örneğin ucuz alıp pahalı satmak, tartı ve ölçüye hile karıştırmak. Faizle para vermek. Rüşvet almak. İşyerinde, tarlasında, bahçesinde, fabrika ve atölyesinde çalıştırdığı emekçilerin emeklerin karşılığını tam olarak vermemek ya da onları fazla çalıştırıp az ücret vermek. Bunlar çalışmadan çalışanların parasını, “hakkını dolaylı olarak çalmaktır!” yani sömürü, hırsızlıktır. Sömürende hırsızdır.

İslam dini, hırsızın – her ne yolla olursa olsun – çaldığı malı veya parayı, çalandan geri aldığı gibi; ayrıca hırsızın elini de keser. Yani onu bu işi bir daha yapamayacak duruma getirir. Açık ve gizli hırsızlığı,”sömürüyü” önler!

Ayrıca, önleyici tedbirler alır. Bir adam, bir müessese kurup türlü yollarla emekçileri veya halkı sömürürse, büyük bir servet sahibi olsa; yada bir memur, bir il veya ilçede halktan rüşvet alıp servet sahibi olsa; bu servetler, sömürüdür! Bu tür kişiler de sömürücü veya gizli hırsızlardır.

İslam dinine göre; bunların elinden, bu malın geri alınması, ellerinin de kesilmesi gerekir. Halbuki bu gizli hırsızlar, halktan ve emekçilerden dolaylı şekilde çalmış oldukları parayla kendi memleketlerinde veya başka il ve ilçelerde apartman, han, hamam, dükkan, arsa fabrika v.b. mal-mülk sahibi oluyorlar. Sonra da, fakir-fukaranın hakkını savunana ve emekçilerin emeğini sömürmemelerini isteyenlere, bu hırsızlar; şiddetle çatıyorlar!.. ayrıca durumu, dine, mukaddesata (kutsal değerlere) dayayıp, “mukaddes mülkiyet haklarımızla oynuyorlar!” şeklinde çığlıklar atıp; akşam - sabah balolarda, pavyonlarda, randevu evlerinde, 14-15 yaşındaki masum Müslüman kızlarıyla eğlenen, bu sapık şehvetperest moruklar ve onların temsilciliğini yapanlar;

Dindar kesilip mukaddesatçı oluyorlar! Sanki İslam dini’nin ‘bütün umdelerini (ilkelerini)” kabullenmişler de, yalnız mukaddes olarak, İslam ın “mülkiyet hakkı”nın koruyucusu oluyorlar!..

Eğer her Müslüman, İslam dininin ekonomik görüşünün ne olduğunu bilselerdi; gizli hırsız olan bu sömürücüler, en büyük mücadeleyi sosyalistlerden önce, Müslüman gözüken bu tür kişilerle verirlerdi. İslam’ı inkar eden sosyalistlere gelince:

-“Ve en leyse li’l insani illa masea – insana emeğinden başka bir şey yoktur!” (Necm - 39).

Bu ayet, 1400 yıl önce İslam alemine geldiğinde, acaba sosyalistler, neredeydiler?!.

Emek ve İslam’ın ekonomik görüşü, bu kitabın 4. ve 17. maddesinde tam anlamıyla açıklığa kavuşturulmuştur. Mukaddes mülkiyet hakkının, çığırtkan savunucuları olan gizli hırsızların, diktacılar ile kişinin vazgeçilmez inanç özgürlüğünün düşmanı bazı materyalist sosyalistlerin; 4. 17. ve 31. maddeleri tekrar tekrar okumalarını ve insafa gelmelerini salık veririm.

Ayrıca sosyal adaleti, fikir, din ve vicdan özgürlüğünü; bu özgürlüklerin garantisi olan demokratik parlamenter sistemi öngörülen anayasayı, sosyal adalet ve özgürlükler açısından tamamen İslam’a aykırı görmek ya da göstermek vicdansızlık olur. Bu gerçeği’de bilhassa vurgularım. Eksik ve noksanları düzeltilebilir.([1])

Müslüman kişi mal ve mülk kazandığında, daima Allah'tan bilecek.

Müslüman kişi, kendi emeğiyle, hak ölçülerle, helal yoldan mal mülk kazandığında; bunu Allah ’tan bilecektir. Çünkü helal olan kazanç, hayırdır. Hayır da Allah ‘tandır.

Müslüman bilir ki; kendini yaratan, kendine akıl, zeka ve enerji (iş gücü) veren, evrenin yaratıcısı ve yöneticisi Tanrı’dır. Bunlar, kişinin doğal sermayesidir.

Haram kazanç,sömürüdür. Yani emek ve hak ölçülerinin neticesi olamayan türlü hile ve desiselerle (oyun, dolap, entrika) yığılmış, haram kazanç neticesi bir birikimdir. Haram mel ve kazanç, gizli hırsızlıktır. Halkı sömüren kişi, hırsızdır. Hırsızın çaldığı malı mülkü Tanrı’dan bilmek; Tanrı’ya hakarettir.

Bazı kişilerin ya da bir takım bilinçsiz mollaların; “zenginlere malı Tanrı vermiş; zengini zengin yapan, fakiri’de fakir yapan Tanrı’dır. Herkes kaderine razı olsun” gibi sözleri saçma ve gizli hırsızları müdafaa için yapılan demagojidir. (duyguların okşanarak, kendi davasını yürütme yolu). Tanrı, hırsızın çaldığı malın elinden alınmasını emrettiği gibi, ayrıca hırsızın elini kesilmesini de emreder. Yani, “hırsızı, hırsızlık yapamayacak duruma getirmeyi” bildirmiştir. Hırsızı hapsetmek veya kuvvetli tedbirler alıp, açık-gizli hırsızlığı önleyici, sömürü düzenini değiştirip; etkili adil devlet denetimini kurmakla olur.

Gizli-açık sömürü neticesi elde edilen haram serveti Allah tan bilmek, Allah’ı tanımak ve adaletini inkar etmektir.

Ayrıca Tanrı, fakiri (bazı istisnalar dışında) bizzat fakir etmemiştir. Ulu Tanrı, herkese akıl, zeka, işgücü sermayesini vermiş ve çalışmayı, emeği ile yaşmayı emretmiştir. Çalışan aç kalmaz! Kişinin emeği, enerjisi, düşüncesi doğal sermayesidir.

Dinler içinde hiçbir din, İslamiyet kadar çalışmayı emretmiş ve emek üzerinde durmamıştır.([2])

Şimdi, İslam’ın bu çalışma emri ortada iken; kaderinize razı olun! Zenginlerin malına göz dikmeyin! Tanrı istediğini zengin yapar!” gibi İslam’ın, kader görüşüyle de bağdaşmayan; cebri mezhebi’nin görüşü olan bu demagojilerle halkı uyutup, bilerek veya bilmeyerek halkı açık-gizli sömüren, hırsız burjuvanın maşalığını yapıp insanları uyuşturmak,İslam dinine tamamen aykırıdır. ([3]) helalinden kazananlar müstesna.

İslamiyet, kişinin kendi geçimi ile devletin güçlenmesi için kesin ve sürekli olarak çalışmayı emretmiştir. İslamiyet çalışmayı, kişinin kendi geçimini, tanrının kendine verdiği iş güçüyle temin etmesini, kimseye yük olmamasını ve devletin güçlenmesini ister.

Ayrıca kazananların, işgücünden mahrum olan kişilere, kazançlarından yardım etmelerini, “sosyal yardımlaşmayı” önerir.

Yoksulun (iş gücünden yoksun olanın), işgücünden mahrum olmayanlardan, yardım alması hakkıdır”, der.([4])

Kural şudur: devlet olmazsa Din olmaz. Dini koruyan, güçlü devlettir. Bu nedenle tanrı,

-“Kendi nefisleri için para yığanları; paralarını kızıl ateş edeceğim, alınlarının ortasına, göğüslerine ve böğürlerine basıp, paraları tükeninceye kadar azap edeceğim!” (Tevbe – 34-35) buyurur.

Bu ayet, apaçık ortada iken hocalarımız kürsüde; halkı sömüren hırsız ve ahlaksız burjuva ve onların propagandacıları; islam’ın “çalışın!” emrini ters bir şekilde, bilinçsiz halka işleyip; çalışın değil de, “zengin olun!” demektedirler.([5])

Halbuki İslamiyet, “çalışın, emeğinizle geçinin, kendi nefisleriniz için mal yığmayın! Kazancınızın fazlasını, en başta dinin, milletin ve yurdun bekasını (devamlılığını) temin edecek devlet ve ondan sonrada iş gücünden mahrum olan yoksul kişilere, komşularınızdan yoksul olanlara; zekat, sadaka (yardım), infak ve itam (yedirin) edin!” buyurmaktadır.

-“El malü ve’l benune zinetü’l hayati’ddünya ve’l bakiyatüssalihat – mal ve evlat, dünyanın geçici süsüdür. Baki kalacak Salihliktir. (kendini yapma, faziletli insan olmaktır)!” (Kehf - 46)

Ayrıca Tanrı,

-“Len tenalü’l birre hatta tünfiku mimma tuhibbun – Sevdiğinizi dağıtmadıkça kurtulmuşlardan olamazsınız!” (Al-i İmran - 92) buyurmuştur.

Bu ayet gelince Yüce Peygamberimizin (a.s.v) inançlı arkadaşları

-Ya Resulallah! İnfak (dağıtmak) ne kadardır?.. diye sormuşlardır…

O yoksulun zayıfın babası, çok acıyıcı Peygamberimiz güzel Muhammed (a.s.v.) Efendimiz, “Tanrı’nın infak diye buyurduğu, mübrem (zorunlu) ihtiyacınızdan fazla olan malınızdır!” buyurmuştur. ([6])

Bu ayet ve Kutsal Peygamber sözleri büyük Türk şairi Fuzuli’yi o kadar etkilemiştir ki; bir beyitinde,

“Len tenalü’l birre hatta tünfiku derse eğer,

Mıtrıba çal nameni, Ya eyyuhe’l müsteğfirun!.”([7])

Buyurmuşlardır.

“Zengin olun!” demek başka şeydir, “Çalışın” demek başka… Zengin olan daha çalışmaz, başkalarını çalıştırır. Kendisi, bolluk içinde saltanat ve devlet sürer. Halbuki İslamiyet’i sürekli, yani ölünceye kadar, iş güçü olanın çalışmasını emreder.

Öyleyse İslâm’a göre, herkes emekçidir. Çalışacaktır. Fikir işçisi de emekçidir. Yönetenler de çalışacaktır.

Bir Âyette Hz. Allah,

“Tâ ki Ya Muhammed! Bu mal, yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın!” (Haşr - 7)

Buyurmakla, malın yani Milli Gelirin, belirli kişilerin elinde kalmamasını hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek şekilde emretmiştir. Hem de Milli Gelirden herkesin faydalanmasını istemiştir.

Ayrıca diğer bir Âyette Tanrı,

-“Ya Muhammed! Bolluk içinde yaşadıkları için, Senin Rabbın nice kavimleri helak etmiştir” (İsra - 16), buyurur.

Bu konuda yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim incelendiğinde şu Âyetlerle karşılaşırız:

-“Tanrı, müreffehleri (bolluk içinde yaşayanları) ve fahirlenenleri (övünüp, böbürlenenleri) sevmez!” (Kasas - 76)

-“Ya Muhammed senden evel yaşayan insanlar, Peygamberleri ve taksimat (paylaşım) isteyenleri haksız yere katlettiler (öldürdüler)!” (Al-i İmran - 21)

-“Mü’minler kafirlere; yoksullara it’am edin (yedirin), yanı yardım edin dediği zaman kafirler Tanrı, Onlara da veremez mi? Dedikleri gibi ayrıca Mi’minlere Siz apaçık sapıksınız derler!” (Yâ sin - 47)

Yani Tanrı onlara vermemiş, biz neden verelim?.. demek isterler. “Yardım etme” kuralını, sapıklık olarak nitelerler!

Yine Tanrı,

-“Vay o malı cem eden (toplayan) ve yoksul halkı horlayıp, alay edenlerin hallerine!.. Onlar, malı cem ederler sonra da hesabına dalarlar!” (Hümeze: 1-4)

Yani bana ne ibadet edecek; ne de beni düşünecek zaman bulurlar!

-“Bunların karınlarını ateşle dolduracağım! (Nisa - 10) buyurmaktadır.

-“İnsana emeğinden başka bir şey yoktur!” (Necm - 39) buyurur.

Yüce Peygamberimiz (a.s.v.),

“Her kötülüğün başı dünya sevgisidir!”([8])

Yine aynı Peygamber (a.s.v.),

“Eddünya cifetün ve talibuha külabün – Dünya leştir, onu isteyenler de köpektir!” ([9]) buyurmuşlardır.

Nihayet Tanrı, bir kutsal sözünde,

“Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi sevdim ve onun için nesneleri yarattım (yani belirdim, zahir oldum!) ([10]) buyururlar.

Zenginler ise, Tanrı’yı değil; kendi servetlerini hazine bilirler. Hırs ile malı mülkü toplarlar, hasretle de bırakıp giderler. Yani ölürler!.. Netice olarak İslamiyet, zengin olmayı değil; çok çok ve sürekli çalışmayı emreder. Zira herkes zengin olamaz. İslam dini, emekçilerden yana bir dindir. Müslüman çalışacak, kimseye yük olmayacak. Ayrıca fazla çalışıp, devletine yardım edecek (çünkü dini, namusu, yurdu koruyacak; güçlü devlettir).

İşgücünden yoksun insanlara yetimlere, dullara, darda kalmışlara yardım edecek. İhtiyacı olanlara ”Karz-ı Hasen (faizsiz güzel borç)”, para verecek([11]) o kişinin işini düzeltmesi için… Ayrıca konu komşudan yoksul olanlara, hasta olanlara, ihtiyar ana babasına yardım edecek. Ehil (evcil) hayvanlara yardım edecek. Yoksul akrabasını görüp gözetecek.

İslam’ın kendisini, yani Kur’an-ı, Peygamberi (a.s.v) ve Dört Büyük Halifesi zamanını incelediğimiz zaman; şu gerçeği rahatlıkla anlarız: İslamiyet; bireyci değil toplumcudur.

İslamiyet‘te “Halk-ı cedid (Taze yaratılış) yani daimi yaratıcılık” vardır.

-“Külle yevmin hüve fi şa’n – o büyük Tanrı, her an bir tecelli de (belirmededir)!” (Rahman - 29).

Ayetleri ile Tanrı’nın, daimi faal (iş görmekte ve daimi belirme, yenileme) ile evrenin tekamül ettiği (olgunlaştığı), daha da güzelleştiği ve bu durumun sonsuz olduğu; bunun ise, daimi inkılap olduğu anlaşılır. Öyleyse İslam’ın emekçilerden ya da ve sonsuz evrime inandığı gün gibi ortaya çıkacaktır!

Büyük ve yüce Peygamber Hz. Muhammed’in (a.s.v.) kendisinden sonra , devleti ailesine bırakmaması, ırk ve asaleti (soyluluğu) reddettiği gerçeği ile İslam’ın demokratik devlet sistemini bulduğu ve aristokrasiyi yıkıp, hümanist (insancıl) görüşü getirdiği,([12])

-“Dinde zorlama yoktur.” (Bakara - 256)

Ayet’i ile de; herkese düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü tanıdığı tartışma götürmez bir realitedir.([13])

Sabreden yoksul, Tanrı katında; şükreden zenginden daha kıymetlidir. Şu kadarıyla ki, Tanrı’ya isyan ederse fenadır.

Türlü nedenlerle örneğin iş gücünden yoksun olmak, iş bulamamak ya da işten çıkarılmak, iflas etmek gibi… Yoksul düşen bir kişinin sabır ve tahammül edip kötü yollara başvurmaması ve Tanrı’ya asi (baş kaldıran) olmaması, daralmaması; gerçekten çok üstün bir durum arz eder.([14])

Böyle bir insanı Tanrı, çok sever. Bu kişiye, kendisine şükreden zengin kulundan daha büyük derece verir.

Sabreden fakir, ne durumda olursa olsun; kalbi hazindir (acıklı, dokunaklıdır). Karısına çoluk çocuğuna karşı eziklik duyar. Yoksulluk nedeniyle çevresinden çoğu zaman saygı görmez. Çok ızdırap çeker. Bu durumuyla birlikte yine de sabreder! Tanrı’sına asi olmaz! Bu durumlarda bile kişi Rabbine şükrederse; muhakkak her şeyi görüp gözeten Allah, böyle bir kulunu çok sever!.. Tanrı’nın sevgi ve rızası (hoşnutluğu) da, bu kula kâfidir. Bu zevki ancak, Tanrı’ya inanan, sabırlı kul tadar!..

Ayrıca fakir istediğini, canının çektiğini alamaz. Şükreden zengin için bu durum düşünülemez. O, istediğini alabilir.

Şükreden zengin, yanlış anlatılmıştır. O da bir sırdır!.. o büyük zat diğer bildiğimiz zenginlere benzemez. O’na zenginlik Tanrı tarafından verilmiştir. Malının hesabı, yapılmaz. Gafil ve gaddar mağrur zenginlere bir örnektir!..

Şükreden zengin, destelerle parayı yoksullara dağıtır. Zekat verir. Sadaka (yardım) yapar. İnfak eder. Yoksullara, borçlulara, yolculara, darda kalanlara, devlete, millete, konu komşusuna, yoksul akrabasına, yetimlere, dullara “su gibi” para dağıtır!..

Kendi evinde, çoluk çocuğuna “orta halli” bir yaşantı yaşatır. Kendi nefsine gelince; çoğu zaman kuru ekmek yer. Çoluk çocuğu karyola ve yataklarda yatar; o’nun yeri ayrıdır. Bir kuru hasır veya kilim üstünde bir çul sarılıp yatar. Çok ibadet eder. Ağlar! ”Yarabbi!.. Bu malı elimden al! Daha âdil kullarına ver! Onun, adâletle kullanılması lazım. Bu da çok zor! Ben acizim. Bunların, beni yoldan çıkarmasından korkuyorum! Seninle, aramızda perde oluyor! Beni, meşgul ediyor! Tedirgin ediyor! Senin zikrinden uzaklaştırıyor! Halbuki seni, her an zikretmek; güzel ismini kalbimden ve dudaklarımdan eksiltmek istemiyorum! Bu dünya geçici, onun nimetleri de geçici… Ben seni, senin güzel cemalini; baki (daimi) olan ahiret yurdu’nu ve nimetlerini istiyorum!..” diye durmadan Tanrı’sına yalvarır durur!..

İşte İslamiyet, bu kişiye “şükreden zengin” demiştir. Yoksa dille şükretmek değildir.

Bu kadar üstün sıfatları olduğu halde; gene de sabreden fakir, bu zattan üstündür, Tanrı katında!..

Yukarıda da dedik ya; daima kalbi hazin. Çoluk çocuğunun istediğini yapamıyor. Elem, ızdırap çekiyor! Hani demişler ya:

“Yoksulluk, ateşten gömlektir. O gömleği giyip te, onun içinde sabretmek; er kişiye mahsustur, her kişiye değil!..

Gafil, gaddar ve Tanrı’ya asi zengin ne durumda?..

“Bu malı, ben kazandım!” diyor. Ben deyince; kafir (gerçeği örten), gafil oluyor. Sonra servetini “hazine” biliyor. Halbuki Tanrı, “Hazine benim” diyor.

Her şeyin kaynağı asli cevheri Tanrı’dır. Güzel, güzelliğinin; zenginliğinin, aziz ve daimi var olan Tanrı’ya gafil olunca; gaddarlaşıyor! Otururken, terbiyesiz oturuyor. Yürürken, konuşurken, terbiyesiz davranıyor! Çevresini küçük görüyor. Onları horluyor. Azarlıyor. İncitiyor. Emrediyor…

Derken; büyüklenip, böbürlenip, firavunlaşıyor!.. elindeki maddi imkanla, çevresine zulüm ediyor. Kadınlara hayasız ve pervasız davranıyor. Zalimleşiyor!..

Tanrı da; “Zalimlere lanet olsun!” buyuruyor.([15])

Asi yoksul da; Tanrı niçin bana böyle yapıyor?.. Diye âsi oluyor!

Asileşince türlü kötü yollardan para kazanmaya çaba gösteriyor. Her çirkap işe girişiyor…

Bu suretle Tanrı’sını unutup; kötü yollarda ısrar ede ede – Tanrı korusun – o da, kafirleşiyor!..

Tanrı, “Kafirlere (gerçeği örtenlere) de lanet olsun!” buyuruyor.([16])

Tanrı, çok az olan sabırlı yoksul kulu ile; yine çok çok az olan zengin kulunu âsi fakirlerle, gaddar ve nankör zenginlere “örnek” olsun!.. diye yaratmıştır.

Onları birbirleriyle karşılaştırıp, yargılayacaktır:

“Bakın ! bu kulum, sizden çok çok zengindi. Yine de ne beni unuttu ne de nankörlük etti!..”

“Bu kulum da, sizden çok fakirdi. Yine de sabretti, bana âsi olmadı!..”

Mağrur, nankör zenginlerle, âsi fakirlerin mazeretlerini reddedip; onları cezalandıracaktır.

En iyisi “orta halli” olmaktır. Tanrı’yı unutturacak zenginlikten ve Tanrı’ya âsi edecek yoksulluktan Tanrı’ya sığınırız!..

Rabbımız bizi, lütfu ile esirgeye !..([17])


[1] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı, S.80-82

[2] Yüce Rabbımız bir Kudsi Hadiste buyurur: “üç kişinin düşmanıyım (hasmıyım) ilki; benim adıma söz verir, sözünden döner. İkincisi; hür (özgür) insanı köle diye satar, değerini yer. Üçüncüsü; işçinin ücretini tam olarak vermez. “(40 hadis, Sadrettin Konevi, Terc. Harun Ünal, Kaynaklar: Buhari, İbn mace. Müsned).

[3] Cebri Mezhebi’nin görüşü ve özellikleri için Bk. “İslam’da, Mezhepler ve Yükseliş, kısaca önemli itikat konuları ve diğer bölümler”. Kazım Yardımcı, 1988, Anadolu Bas.–İzmir.

[4] “Onların mallarında dilenci ve yoksulun hakkı vardır.” (Zariyat - 19).

[5] Halbuki herkesin zengin olması mümkün değildir. Herkes zengin olunca, zenginler kimi çalıştıracak. Ama herkes emekçi olabilir. Çalışır, karşılığını alır, gereksinimlerini karşılar.

[6] “Veyes’eluneke mâza yünfikune kuli’l afve – Sana neyi infak edeceğini sorarlar. De ki: ihtiyacınızdan artanı” (Barka - 219) ayrıca Bkz. Gazali, İhya, C.4, “fakrın hakıkati ve özel fazileti”

[7] Günümüz Türkçe'siyle: “sevdiğinizi dağıtmadıkça, kurtulamazsınız! Buyurduğuna göre; ey haber verici! Duyur duyacağını: ey yargılanmak isteyenler! (işte fırsat, buyurun de !..)

[8] İbn ebi’ddünya ve Beyhaki’den, İhya-u ulumi’ddin, Gazali, C.3, S.454, Bedir ya. İst-1974.

[9] Bkz. Gazali, İhya, C.3 “Dünya Sevgisi” bölümü

[10] Sırrül Esrar, Seyyid AbdulKadir Geylani, Rahmet ya. 1964 İst.

[11] “Allah’a karz-ı hasen’le (güzel borç) ödünç verecek olan kim?... Allah da onun verdiğini kat kat artırsın..” (Hadid - 11)

[12] Yüce Peygamberimiz (a.s.v) buyurur “ Allah cahiliyet geleneklerini, o kötü adetleri, atayla, babayla övünmeyi sizden giderdi. Bütün insanlar Âdem’dendir; o da topraktan, Arabın, Arap olmayana, Arap olmayanın Arab’a; beyazın siyaha , siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük Allah’tan sakınanlarındır.” (Veda Hutbesinden)

[13] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı, S. 93-99.

[14] “Sıkıntıda hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda dayanıp sabırlı olanlar! Onlar ‘sadık’ olanların ve ‘takva’ya erenlerin ta kendileridir.” (Bakara - 177) Allahü Taala buyurdu ki: “Ben kullarımdan her hangi birine; bedeninde malında veya evladında bir musibet verdiğimde, onu ’güzel bir sabırla’ karşılarsa, Kıyamet günü onun için mizan ve hesap kurmaktan haya ederim. “ (Kudsi Hadis)

[15] Bkz. Araf – 44.

[16] Bkz. Bakara – 79.

[17] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı, S.116-118.

Paylaş: