Şii, Sünni, Alevi ne demektir?

Peygamber (A.S)‘ın zamanında Şii, Sünni, Alevi kelimeleri yoktu. Bunlar Peygamber (A.S)’ dan sonra oluşan kelimelerdir.

Bu kelimelerin bir kelime anlamı var; kelime anlamları masumdur, güzeldir. Bir de bunların Mezheplerdeki gruplaşma anlamları var:

Şii’nin kelime anlamı; dost, taraf, muhib demektir.

Sünni, Sünnet’i tutan. Yani Peygamber (A.S)’ın Sünnetini tutanlar; fıkıh ve Hadis’e tâbi olanlar.

Alevi, Hazret-i Ali’yi veli edinen demektir.

Şii, genel anlamda; Ehl-i Beyt, yani Hz.Ali ve Evlâtları taraftarlarına denir.

Bu durumda Sünni’ler, Şii değil midir? Böyle bir soru akla gelir. Sünni’ler, Hz. Ali’yi tutmuyor mu?

Sünni’ler de Hz.Ali’yi ve Evlâdını tutar. Kitaplara bakıldığında; bizzat Ebu Hanife, Hz.Ali taraftarıdır. Hatta bu uğurda Abbasiler, kendisini öldürmüştür. Hz. Ali’nin ve Evlâtlarının taraftarı olduğu kesindir.

Bu durumda Sünni, de Şii’dir. Zaten Ehl-i Sünnet (Sünni’ler), Hz.Ali’nin Hilafetini Hak bilir. Kimse Muaviye’nin Hilafeti Hakdır, demez. Hz.Ali’nin Halifeliği Hak der. Camilerde de yazılan zaten dört halifenin ismidir. Hutbede de okunan budur!

Yeryüzünde Hz.Ali’yi sevmeyen, tutmayan, O’nun aleyhinde konuşan hiçbir Müslüman çıkmaz ki!..Böyle bir şey olamaz.

Hz.Ali daha önemlidir. İlmin kapısıdır.

Şiiler’de Ehl-i Sünnet’tir. Kitab-ı Sünnet’i tutarlar. Zaten Onların fıkıhları da Kitap ve Sünnet’e dayanır. Sünnet’i tuttuklarına göre; Onlar da Sünni’dir.

Öyleyse mâsum kelime anlamlarının, Mezhep kavgalarının dışında; Peygamber’in Sünnet’ini tutana Sünni; Ehl-i Beyt’i sevene Şii denir.

Sünniler de Ehl-i Beyt’i seviyor; Şiiler’de Peygamber (A.S)’ın Sünnetini tutuyor!..

Öyleyse; Şii’ler, ‘Sünni’; Sünni’ler de Şii’dir”.

N’oldu bakınız; ikisi ‘bir’ oldu!.. Ama iş mezhepçiliğe, kışkırtıcılığa getirilirse; durum değişir. O ayrı. O sonraki işler...

Bu konuya açıklık getirebildik herhalde!...Bugün İran’da İsna Aşeriye, Caferiye, İmamiye, İsmailiye; Yemen’de Zeydiye vardır. Bunların hepsi de sünnet’i delil olarak kabul etmişlerdir. Sünnet’i Resulullah’a riayet ederler. Öyleyse Sünni’dirler. Biz de hepimiz Ehl-i Beyt’i severiz. Resulullah’ın (A.S) Ehl-i Beyt’ine canımız kurban olsun! Ehl-i Beyt’i sevmeyen zaten Müslüman olamaz! Öyleyse biz de Şii’yiz.

Yani Sünni’ler Şii; Şii’ler de Sünni’dir. Tekrar tekrar vurguluyoruz! Bu kesindir. Onlar da Müslüman, biz de müslümanız.

O halde, Şii- Sünni diyeceğimize, “Müslüman” deriz.

Zaten bu kelimeler, sonradan çıkmıştır. Peygamber (A.S)’ın Ashab-ı Kiram’ı, mübarek Mü’min kardeşlerimize; ”- Sen nesin?..”, denildiğinde; ”-Ben Muhammediyim”, derlerdi!..Zaten Hz.Ali Efendimiz de Hz. Ömer’de Muhammedi’dir.Hepimiz Muhammedi’yiz.

Bu asırda bu kelimeleri kullanmasak; Muhammedi’yiz, Müslümanız desek daha iyi olur katindeyiz!..

Aslında bu gibi konular, ilerde ‘bölücülüklere’ sebep olur.İslâm tarihini tetkik edersek (araştırırsak); kanlı boğuşmalara, katliamlara sebep olmuştur. Şii ile Sünnileri bırakalım; Hanefi’lerle, Şafii’ler birbirlerini öldürmüşlerdir. Bizzat Ehl-i Sünnet’in arasında bile kanlı kıtallar (öldürmeler) olmuştur!..

Artık bu çağda bunların gereği yoktur. Çünkü o sırada bunlar; o dönem padişahlarının siyasi şekil vermeleri sonucu oluşmuştu.

‘Alevilik’ kelimesine gelince;

Alevilik aslında mezheple, şia ile suni ile ilgili değildir!

Alevilik, Tasavvufla ilgilidir.

Yani Mâneviyat (Tarikat, Velayet, Seyr-i Sülûk meseleleri) ile ilgilidir. Hz. Fahr-i Âlem (A.S.) Efendimiz, Şah-i Velâyet Efendimizi hem ‘ilmin kapısı’ kıldı; hem ilim verdi. İmamet’i, Hilafeti verdi. “Vasimsin, vekilimsin”, dedi.

Fakat Hz. Ebubekir Efendimize de; Sevr Mağarası’nda Mânevi Hilafet verildi. Hz. Ebubekir Efendimiz; Hicret sırasında, Ebu Süfyan gelip mağaranın kapısına dayanınca; biraz hazin oldu (üzüldü). Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (A.S.) iltifatına mazhar olduğundan; irşad etti. Yani ‘basiretini’ açtı. Kendine Allah’ın Âyetleri geldi; kalbine Allah’ın ‘sekinesi’ indi. Orada irşad oldu ve orada bir Mânevi Hilafet aldı. Onun da Hilafeti Haktır. Biz böyle biliyor ve böyle kabul ediyoruz. Sonra zahiren de Halife oldu.

Bu konu Kur’an’da da var: Sûre-i Tevbe’de.

Ayrıca,

“Allah, muhacirlerden razıyım”, (Haşr-8),

buyuruyor.

Hz. Ebubekir Efendimiz de Muhacirdir. Hz. Ali Efendimiz de Muhacirdir. Hz. Ömer, Hz. Osman da Muhacirdir. Tekrarlayalım;

“Muhacir ve Ensardan, Allah razıyım”, buyuruyor. Bunlara dil uzatılmaz, kötü söz söylenmez!

Aralarında bazen beşeriyet (insanlık) icabı, İslâm gayretiyle, rey meselelerinde bazı ihtilaflar olmuş; onlar kendi aralarındadır. Biz oraya karışamayız. İhtilaf olmuş diye; küfre gitmiş değiller. Olsa içtihat hatasıdır; insandır nihayet… Peygamber (A.S.)’dan sonra bunlar, olsa olsa günah olur. Bu durumda Allah affeder, Peygamber Efendimiz affeder, birbirlerini affederler, oraya biz karışamayız

Öyle müfrit Şia var ki; ‘Hz. Osman Efendimiz, Hz. Ali Efendimizin bu sözünü tutmamış’, der. Sanki ona göre; Hz. Osman Efendimiz kafir olmuş! Öyle olmaz. Çünkü Hz. Ali Efendimiz, Peygamber değil. O Veliyullah, Mü’min. Yukarıda da açıklandığı gibi; ‘maslahat icabı’dır. Tutsaydı daha iyi olurdu. Belki de tutsaydı; Mervan o oyunları oynamazdı ve o hadiseler de olmazdı.

Tasavvuf ve eski Tasavvufçuların durumunu burada biraz açıklayalım:

Peygamber (A.S.)’ın açtığı Mâneviyat, Metafizik meseleleri; ki bunlar, Marifetullah’a girer. Seyr-i Sülûk (Ruhun Allah’a kavuşma meselesi); Peygamberimizin en mühim görevi, Ruhu irşad etmektir!

Ayrıca ‘Men Araf (kendini bilen, Rabbini bilir)’i tanıtmak; Allah’ı zikretmek, Allah’ı tesbih etmek, fazla ibadet edip; Allah’a yaklaşmak… Ruhun yükselmesi, yani Fenafillah, Bakabillah,Vasıl-ı billah olması…

Bu yolu da Peygamber Efendimiz devam ettirmek istedi. Çünkü Peygamber’den (A.S.) evvelki peygamberler zamanında yoktu. Yani Velâyet, Tarikat, Tasavvuf yoktu. Vardı; O Peygamberin zamanındaydı. O Peygamber vefat edince; başka bir peygamber gelirdi!..

Peygamber (A.S.)’dan sonra peygamber gelmeyeceği için; Efendimiz, işi yalnızca fıkha bırakmadı. Mânevi ilimler de devam edecekti. Çünkü İtikat, İman meselesi daha önemlidir.

Hz. Ali’ye bağlananlara ‘Turuk-u Aleviye’, Hz. Ebubekir’e bağlananlara da ‘Turuk-u Bekriye’; yani Hz. Ali’nin ve Hz. Ebubekir’in yolları’, derlerdi. İkisi de Hak’tır.

Hz. Ali Efendimiz ve Hz. Ebubekir’den sonra birçok şubeler oldu.

O yüksek İnsan-ı Kâmil’lerin adları üzerine şubeler açıldı: Kadiriye, Rufaiye, Bedeviye, Dusukiye, Mevleviye, Sümbüliye, Bayramiye, Halvetiye, Çeşdiye, Şaziliye, Kübreverdiye, Sühreverdiye,; bunlar hep Hz.Ali Efendimizden gelen Mânevi kollardır. Bunlar; büyük Tasavvufçu, Ârif, Âlim zâtlardır.

Hz.Ebubekir’in kolu da: Câfer-i Sadık’a geldikten sonra; Beyazıd-ı Bestami, Hasan el Hırkani, Yusuf-u Hemedani, kanalıyla, Ahmed Yesevi’ye bir kol gitmiş. Muhammed Baba Semasi, Muhammed Bahaeddin’e gitmiş. Bunlar da Kol’lara ayrılmıştır.

Mesela Hz.Mevlâna, Hz.Ebubekir Efendimizin torunlarından. Fakat Hz.Ali’nin kolundan. O’nun Tasavvuf yolunda; O’nun Velâyet yolunda.

Hz. Bektaş-ı Veli, Musa-i Kâzım evladından; Hz.Ali evladı fakat Hz. Ebubekir’in kolundadır!.Bu kesindir. Buna da çoğu dikkat etmez. Bu da sünnilerle, Şiiler arasında bir çelişki! Halbuki Hz.Ebubekir’e bağlıdır. Çünkü Hz. Bektaş-ı Veli, Ahmet Yesevi’ye; O da Hz.Ebubekir’in kolundadır.

Yani Tasavvuf, Tarikat üzerinedir. Tasavvuf; Şeriat, Fıkıh meselesi değildir.

Alevi kelimesi buradan kalmıştır. Birine eskiden ‘ Aleviler, Haydariler; bir diğerine de Bekriler, Sıddıkiler’, derlerdi.

Sonrakiler; gelen Zatlar üzerine söylenmeye başlandı. Mesela Bektaşiler, Yeseviler, Nakşiler, vb. gibi. Ayrıca Horosan, Türkistan tarafında da bir çok kollar var; Hz.Ebubekir’in de bir çok kolları var.

Burada vurgulamak istediğimiz; bunlar da Peygamber (A.S) dan sonra çıkan kelimelerdir.

Aslında; “Ben Aleviyim, Haydariyim, Bekriyim, Sıddıkiyim, Kadiriyim, Rufaiyim, Bedeviyim, Mevleviyim, Nakşiyim, Bektaşiyim,Yeseviyim, Halvetiyim”, demenin anlamı nedir?... Söz gelişi ‘ Aleviyim’ demenin anlamı, maksadı nedir? Yani “ Ben Muhammediyim!.” Diğer kollardan maksat nedir?: Hz. Ebubekir de Hz.Ali de Muhammedi’ dir.

O halde, “ Ben Müslümanım, Ben Muhammediyim”, demek daha doğrusudur. Ama bu kelimeleri de söylemekte; yani ikicilik yaratmak için değil de ; samimi olarak söylemekte bir zarar yoktur. İkicilik yaratıldığı zaman; fesad olur ki; daha beter, fayda vereceğine zararlı olur.

Aslında; Muhammediyim, Müslümanım, Mü’minim, Ehl-i Kur’anım, Ehl-i Kitabım denilse; Şii, Sünni, Hanefi, Şafii yerine de; Ben Muhammediyim, Müslümanım; Kur’an’a-Kitab’a, Sünnet’e bağlıyım; Ehl-i Beyt’e Hulefa-Raşidin’e bağlıyım, Ashab’ın Büyüklerine bağlıyım, büyük Zâtlara bağlıyım, Onlara inanıyorum; denilse daha iyi olur.

Bunların hepsinden maksat; “ Muhammedi “ liktir. Muhammedi’yim, demek daha uygundur.

Bu çağda, hele bu çağda daha uygundur! Çünkü artık insanlar gerçekleri daha kolay anlıyor. Kitaplar çoğaldı; televizyon, radyo aracılığıyla artık her şeyin özü anlaşılıyor. Bunların hepsinin özü, Muhammedi’liktir. Müslümanlık, Mü’minliktir. Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet-i Peygamber’e (A.S) tabi olmaktır. Fıkıh’ta da böyledir; Tasavvuf ‘ta da böyledir.

Mezhep ve Tasavvuf konusunda; Kitap ve Sünnet’ten kaynaklanmayan; Allah’tan ve Muhammed (A.S.V)’dan kaynaklanmayan; yanlıştır!..

Allah ve Resulullah, Kitap ve Sünnet’ten kaynaklanan da; Hak’tır.

Alevi de Muhammedi’dir, Bekri de Muhammedi’dir. Hanefi’si de, Şafii’si de, Şii’si de, Sünni’si de Muhammedi’dir.

Gerçek budur kardeşlerim. Aman ha aman! Böyle Mezhep, Tarikat kavgalarını yapmayınız!.. Hepsinden Maksat, MUHAMMEDİ’liktir.

Lâ ilâhe İllallah, Muhammeden Resûlullah. Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed ve Âla Âl-i Seyyidina Muhammed.

Paylaş: