Suçlar ve Cezalar

İslâm’ın Ukubat-Ceza Hukukuna- baktığımızda, Kur’an’da 6 suç ve cezası görülmektedir. Bunlar:

**1 - Kıtal =Kısas 2- Sirkat =Set, Önlem 3- Zina =Celde 4- Kazif =Celcde ve Red-di Şehadet 5- Eşkiya =İdam 6- Fesatçılık =Sürgün

**

Bir de Peygambere ve Emir-i Mü’minin’e (4 Halife gibi) uygulaması izni verilen Tazir Cezaları, ki bu da 3 değnek (Had cezası) ile 79 değnek arasındadır, 79 değneği geçmez. Takdir, Peygambere, 4 Halife ve Emsaline aittir. Maalesef, 4 Halife ve Hz. İmam Hasan’dan sonra bu 5 Zat-ı Muhteremin emsali-benzeri-hiçbir zaman Müslümanların başına geçmemiştir. Onlardan sonra hep melikler, krallar, şahlar, padişahlar başa geçmiş, onlar da kayserler, kisralar gibi saraylarda sefahat ve saltanatla yaşamışlardır. Kendi emirlerini Şeriat diye dayatmışlardır. 1. KITAL: Sadece taammüden (kasıtlı ve planlı bir şekilde) adam öldürme ve yaralama demektir. Ceza olarak kısas tatbik edilir, bu da yapılanın aynı karşılığını vermek anlamındadır. Kısas için Allah: “Zalike tahfifün min Rabbiküm ve Rahmeh -Kısasta hayat vardır.”(Bakara: 178) buyurmaktadır. Yani kısas, kan gütmeyi ve birçok insanın ölümünü önlemek için caydırıcı br cezadır. Mutlaka başını kesin diye de bir şart yoktur. Peygamberin zamanında tabanca, tüfek, bomba yok idi, o zamanın öldürme aleti genelde kılıç ve ok idi, Suçlu da o aletlerle öldürülürdü. Peygamber zamanında kısas olayı da olmamıştır. Peygamberimiz kimsenin başını kestirmemiştir. 4 Halife zamanında yok gibidir, kesin bir rivayet İslâm Tarihlerinde yoktur. Sadece İmam Hasan, Hz. Ali’nin emri ile İmam-ı Ali’yi namazda, secdede iken şehit eden ibni Mülcem melununu kısas tatbik ederek öldürmüştür. Kısasta maktülün varisleri (kardeşleri, oğulları, velilerinden) tek bir tanesi af etse katile kısas cezası tatbik edilemez. Evet, bir tanesi ‘Ben affettim, vazgeçtim” veya “Tazminat isterim” dese, diğer bütün varisler de kısas isteriz dese hatta ısrar da etseler kısas cezası uygulanmaz, katil kurtulur. Öyleyse Allah’ın maksadı: illa ki öldürmek ve illa ki başını kılıçla kestirmek değildir. Allah ve Resulü acıyıcıdır. Daima afdan yanadır. Amaç mağdur tarafı tatmin etmektir, bu tazminat-diyetle de olur. Ta ki daha sonra fazla kan dökülmesin, kan gütme davaları önlensin. Öyleyse kısas: öldürmek yok etmek için değil, birçok yaşamı devam ettirmek Için etkili bir önlemdir.

2 . SİRKAT (Hırsızlık): Bu da açık ve gizli diye ikiye ayrılır. ** Açık Hırsızlık: Hırsızın, ev veya iş yerine girerek hırsızlık etmesidir. Önce bakılır: Hırsızlık yapan, zaruretinden yapmışsa ceza verilmez. Hz. Ömer böyle bir hırsızın elini kesmediği zaman, sorulduğunda “Bunlar, servet yapmak için hırsızlık yapmış değiller ki, aç, susuz, fakir, yoksul insanlardır. Zaruretlerinden yapmışlar” buyurmuştur. Başka bir olayda da; dikkat edilirse Peygamberimizin elini kestiği rivayet edilen kızın da, bir zengin kızı olduğu beyan edilmektedir, yani hırsızlığı yoksulluğundan değildir. Ayrıca bu zengin kız kimdir? Bu meşhur olayda bu zengin kızın zengin babası kimdir.. Rivayetlerde bu husus bildirilmemektedir, böyle bir olayın olup olmadığı meçhul bırakılmaktadır. Dolayısıyla olay tartışma götürür bir konurndadır. **Gizli Hırsızlık: Halkı türlü yollardan sömürmek demektir. Emeği sömürmek, ulusun tabi kaynaklarını (Milli hasılasını) sömürmek, ticaret yolu ile sömürmek, ucuz alıp pahalı-fahiş fiyatla satmak vs. Bunlar da hırsızıktır. 0 zaman çoğunun eli kesilir. Zaruretinden yaptığı hırsızlıktan dolayı zavallı bir hırsızın eli değil, birçok kodamanın eli gider. Bu da onbinleri, yüzbinleri bulur. Çok ve gayri meşru servet yapan ekabirin elleri kesilir. Ayrıca el kesme fikrinin: Hırsızlığın yolunu kesmek, sömürüyü önlemek, yoksulluğu ortadan kaldırmak (Devleti Sosyalleştirmek) anlamında da yorumu yapılamaz mı.. Ve yine Hz. Ömerin uygulamalarından, yoksul hırsızların elini kesmeyip, onları nafakaya bağladığını, (Beytül Mal’den) Devletten fakirlik maaşı verildiğini de görüyoruz. Ayrıca hırsız tövbe ederse (Maide: 39) Allah affedeceğini buyurmaktadır, Allah aftederse cezaverilmez. Ancak birdaha yapmamak üzere söz verecektir. 3 . ZİNA : Sure-i Nur 2. Ayette: “Zina eden erkek ve kadına 100 değnek vurunuz” buyurulmaktadır, bu konuda kadın-erkek ayrımı yapılmamıştır. Ayrıca bu kadın ve erkek, namuslu ve evli olacak, söylentili olmayacaklar. Evli değillerse, şaibelilerse, dul iseler ceza azalmakta, fahişelerin, namuslu kadınlardan uzak bir yerde tecrid edilmeleri belirtilmektedir. Bundan açıkça anlaşılan: Namuslu kadınları korumak ve bu pis işten caydırmak içindir. Işkence olsun, kadın veya erkek acı çeksin diye değil, diğer namuslu kadınlar ve erkekler ibret alsınlar da böyle halkın gözünün önünde cezaya çarptırılıp rezil olmasınlar amacıyladır. Gaye, namusu, ırzı korumaktır. Çünkü; “zina fahişedir, apaçık kötülüktür” -Vela tagrabüzzina innehü kane fahişeh- (İsra: 32) Seyyit Kutup, eserlerinde Recm -Taşlayarak öldürme- olayına şüphe ile bakmakta, zina cezasının 100 değnek olduğuna hükmetmektedir. Nur Suresi’nin 2. Âyeti gayet açıktır. Âyete aykırı Hadis ve Sünnet rivayetlerine şüphe ve ihtiyatla bakmaktadır. Ayrıca değnek cezalarında değneğin, şehadet parmağı kalınlığında düz ye cilalı olacağı ve ceza tatbik edenin elindeki değneği omuzu hizasından fazla kaldıramayacağı -yani 90 derece yüksekliği geçemeyeceği sabittir. (Bakınız: İslâm Hukuku ve Fıkıh Meseleleri, Osman Keskioğlu, Diyanet işleri Yayınları.) Değneği vuracak olan kişi elindeki değneği omuzundan fazla kaldıramadığına göre, gaye eziyet etmek değil, caydırıcılıktır. Çünkü ceza halkın önündeyapılmaktadır, ibret alınsın da görenler böyle işlerden kaçınsınlar. 4. KAZİF: (Namuslu kadına iftira etmek) Bilindiği gibi zina suçunda, Cenab-ı Hak 2 şahit yerine 4 şahit istemektedir, “Bi erbaati şüheda” (Nur 4). Anlaşılıyor ki Rabbimiz bu işi çok sıkı tutmaktadır. Zira ortada bir iffet, ırz, şeref meselesi vardır ve sonuçları birçok risklerle doludur. Bir kadının, erkeğin ve ailelerinin şerefi söz konusudur. Işte bu ve benzeri nedenlerle iftiracıya, iddiasını ispatlamadığı takdirde 80 değnek vurulmasını emretmektedir. Üstelik 4 şahidin şahitliklerinde çelişki olmayacaktır. Zina olayını bizzat gözleri ile görmüş olduklarını söylemeleri gerekir. Öyleyse 4 şahidin de ifadesi tıpatıp aynı olacaktır. Birinin şehadeti, üçününkine aynen benzemezse bakınız ne olur. 4 şahit de iftiracı olur ve 80 er değnek cezası alırlar, o masum kadın da temize çıkmış olur, beraat eder. . Onun için İslâm Hukukçuları, zina suçunun ispatlanması çok zorlaştırılmıştır, belli ki bundan Rabbimiz, iffetin, ırzın, şerefin payimal edilmemesini irade buyurmaktadır, demektedirler. 5. EŞKİYA-YOL KESİCİ : “Eşkiyanın bir eli ve ayakları çaprazlama kesilir” (Mâide: 33). Bu tamamen fizikidir, bunun yorumu yok, mecazi anlamı da yok. Ancak tövbe eder bir daha yapmazsa Rabbimiz: Bunu, hırsızı affettiği gibi affedeceğini buyurmaktadır. Yüce Merhametli Rabbimiz Allah..

. 6. FESATÇI : Buna verilen ceza Kur’an’a göre: “Fesatçıları ya öldür, ya idam et ya da sürgüne gönder” (Mâide: 33), şeklindedir. Ancak bu şöyledir: Peygamber, Kur’an ve Sünnet ile Allah’ın İlâhi sistemini kurduktan sonra o İlâhi Sistemi bozmak, ortadan kaldırmak maksadı ile silahlı fesat çıkaran içindir, illaki öldürmeyi de emretmemiştir. Uygulamada, Peygamberimiz ve 4 Halife zamanında fesatçılar öldürülmemiş, ya -fesat çıkarmaması için- göz önünde tutulmuş ya da sürgün edilmiştir. Peygamberimiz ve 4 Halifeden sonra ise, İlâhi Sistem ortadan kaldırılmış, fesatçılar, bizzat fesadın kendisi ve fesatçıların başı olan emevi aşiretinin Süfyan ve Mervan aileleri devletin başına geçerek hilafeti kayserler, kisralar rejimine, zalim krallıklara dönüştürmüşlerdir. 4 Halifeden sonra, o gündür bu gündür ortada, Allah’ın istediği İlâhi düzen İslâm ülkelerinin hiç birinde yoktur ki; Kur’an’ın sözünü ettiği İlâhi düzeni bozan fesatçı olsun ve ona sürgün cezası tatbik edilsin.. Ancak şunu hep vurgularız: Krallıklar, şahlıklar, sultanlıklar, padişahlıklar hepsi, İlâhi Sistem olan İslâmi Sistem değildir. İslâmi Sistem; cumhuri ve özgürlükçü ve sosyal adaletçi sistemdir. İslâm’da, saltanat olmadığı gibi Veliahd da yoktur. İslâm hukukunda “veliahd hukuku” diye bir konu yoktur. Çünkü İslâm’da Veliaht yoktur. İslâm’da Nebevi Hilafet vardır. Bu ise Peygamberden sonra 30 yıldır. 4 Halife devri; Sonra Sultani hilafete dönüştürülmüş, zulmün adı Şeriat diye 1400 yıl halka yutturulmuştur.

Bu Sultani Hilafet Sistemi 23 Nisan 1920 yılına kadar devam ettirilmiş ve sonra Cumhuriyetin ilanı ile İslâm’da olmayan ve zulme dayanan bu sultani hilafet ortadan kaldırılmıştır. Bugün Türkiye’mizin dışında bu İsIâm dışı Sultani Hilafet başka isimler altında yer yer devam etmektedir. Sultani Hilafet’in İslâmla hiçbir alakası yoktur. Yalnız:sosyal Adaleti ve özgürlüğü kabul ettiği için, batı

demokrasisi her ne kadar İslâmi değilse de, Türkiye’mizdeki SosyaI Demokrasi yine de İslâmi Sisteme en yakın bir sistemdir. Çünkü, İslâmiyet: Sosyal Adaleti, kişinin fikir ve vicdan özgürlüğünü ve emekçilerin sosyal haklarını savunmaktadır ve emretmektedir.

TAZİR CEZALARI:Kur’an ile sabit cezaların dışında Peygambere tanınan haklar da vardır. Bu altı İlâhi cezanın dışında Peygamber, diğer bütün suçlar için tazir, tekdir ve korkutma cezaları verebilir. Bunlar, Hadler (Değnek cezaları) ve Diyetlerdir (Mali cezalar). Bir de: İslâmda ve diğer Peygamberlerde Hapis Cezası yoktur. Hapis cezası, tarihte krallardan kalmadır. İlâhi Sistemde kişiyi Özgürlüğünden yoksun bırakmak yoktur. İslâm’da ceza: Bedeni ve mali olarak iki çeşittir. (Bakınız, Osman Keskioğlu -Aynı eser-..D.i.B.Yay.) Peygamberimiz: “Benim şefaatim, ümmetimin kebair ehlinedir- büyük günah işleyenlerine” buyurmakta, ayrıca Şehitlerin şefaat edeceğini bildirmektedir. Allah da: “Şefaate izin verdiği kulları olduğunu, şehitlerin şefaat edeceğini” buyurmaktadır (Meryem: 87), (Ta-Ha: 109), (Zuhruf: 86)... Türkiye’mizde üniversitelerde Fıkıh (İslâm Hukuku) Bilginleri Sayın Profesörlerimiz vardır. Fıkıh ilmi konusunda son söz onlarındır. Bunların altındaki din bilginleri söz sahibi değillerdir. Bunlar ancak o Profesörlerimizin yanında birer teknisyen, pratisyen durumundadırlar . Bizim araştırma konumuz, Tasavvuftur, bunun dışındaki bilgilerimiz kısıtlıdır. Biz sadece Tasavvufta uzmanlaşmak istiyoruz. Seçtiğimiz yol, (meslek, ilim) Tasavvuf ilmidir. Ancak, dikkati Şeriat Yasalarının yumuşak yorumuna çekmek istedik ve bu konuda uzman kişilerce bir tartışma ortamı açılsın istedik. Bir kuraldır ki: “Usul-u Din’de (itikatta) mukavvim, füru-u dinde (amelde) mülayim olmak.” Işte; önemli olan da budur...

Paylaş: