İyyake Na'budu ve İyyake Nestein Ayetinin Gerçeği

Bu Âyetin gerçeği şudur: “Biz sana taparız ve senin inayetini ve yardımını isteriz.” Mealciler ise: ‘Ancak sana taparız ve ancak senden yardım isteriz.” diye meallendirmektedirler. ‘Sanataparız-seni Mâbud ediniriz’ kısmının başındaki “Ancak” kelimesi teyit içindir. Zira Allah’tan başka Ma’bud olmadığı, Kuran’da yüzlerce Âyette bildirilmektedir. “Fa’lem ennehu Lâ ilâhe illallah’ (Muhammed: 19) -Iyi bil ki Allah’tan başka İlâh yoktur.- Ama Allah’tan başkasından yardım alınmaz diye bir âyete de rastlanmaz. Aksine “Mü’minlerin birbirlerine yardım etmeleri, birbirlerini veli edinmeleri” tavsiyesi vardır. Müşrikler Allah’dan başka oyma cansız putları ma’bud edinirlerdi, ve putlar diriymiş, işitiyormuş ve bir güçleri varmış gibi onlardan yardım istederdi. Onun için Allah: “İlâh edindiğiniz oyma putlar, size ne fayda ne de zarar verir, ne diye onlarıçağırıyorsunuz ey cahiller’ (İsra: 56). demektedir. Ama canlı varlıklar, hem zarar hem de fayda verebilir.

Ayrıca, “İyyake nestein” Âyetinde Rabbimiz : “Ya Nesir” Esmasını değil, “Ya Müstean” istiane -İnayet- Esmasını kullanmıştır. Allah: “Kûnû ensarullah” -Allah’ın yardımcıları olunuz.- (Saff: 14) diyerek Mü’min kullarından kendisine yardım istemektedir. Allah’a yardım eden kul, insanlara, hayvanlara bitkilere nasıl yardım etmez? Tabii Allah’a yardım, Peygambere yardım anlamınadır.Peygambere yardım eden insan, diğer insanlara da yardım eder. Eğer bu “Senden yardım isteriz” Âyetini, mutlak mânada “Ancak senden yardım isteriz.” anlamında alırsak -ki böyle birşey muhaldir, imkansızdır- 0 zaman Allah’dan başkasından yardım isteyen bütün Müslümanlar müşrik olur. Bu defa: Hastaneleri kapatmak, sosyal yardım müesseselerini yok etmek velhasıl Esbaba Tevessülü (sebeplerden faydalanmayı) ortadan kaldırmak gerekir. Bu da pratik hayatı yok etmek olur. Canlı varlıklar dara da düşer ve yine canlı varlıklar yardım da eder. “Ve emmes saile fela tenhar.’ -İsteyeni boş çevirme- (Duha: 10). Bakınız bu âyette: lsteyen de var, isteyene yardım etmek de var.

Ayrıca: “İçinizden fazilet ve mal sahipleri, olmayanlara versin’ (Nur 22). Demek ki fazilet sahipleri, faziletinden feyz olarak veriyor, mal sahipleri de zekat, sadaka, vergi olarak yardım ediyor. Yardım varsa: yardım isteyen de vardır, yardım eden de vardır. Bir de şu husus var, “ölülerden, kabir taşlarından yardım isteniyor” gibi sözler aslında Müslümanlara bir sataşmadır. Her Müslüman: “Allah’ı eşsiz bir bilir”. Herkes bilir ki, kabirde ceset vardır, ancak diri olan Ruh’dur, 0 da Allah’ın emridir, O da ölmez. Cansız varlıklardan yardım bekleme cehaleti göstermez. Mü’min, okuma-yazma bilmese de, İman nuru ve feraseti ile dinini bilir, hem Mü’mine cahil denilmez. Allah: Gafillere -imansızlara cahil demekte, onlar, 1 milyon cilt kitap okumuş olsalar bile “Üstüne kitap yüklenmiş merkep gibidirler” (Cuma : 5) buyurmaktadır. Peygamberimizin ashabının %90’ı okuma-yazma bilmezdi. Peygamberimiz de Ümmi idi. Ama o, Hoca-i Âlemdi, ilm-i Ledün’ün sultanı idi, Külli Âlimdi... Ummi de olsalar eshablar Hakkı bilirdi. Çok kuvvetli iman ve takva sahibi idiler. Cahil değillerdi. Demek ki ilim, kulak, sohbet yoluyladır. lIla ki okumakla değildir. Bunun ispatı Ashab-ı Kiram ve Ümmi Evliyalardır... Başka şeye tapma suçlamasında delil gösterdikleri “Biz putlara tapıyoruz ki Allah’a yakın olalım.” (Zümer: 3) âyeti ise aslında şu incelikleri içerir. Müşriklere göre: Oyma putlar, semboller, bizatihi Allah gibi mevcut, varlık sahibi, kadim-ezeli kendisine göre güç-kuvvet, istiklal sahibi, bağımsız ve Allah’ın ortakları, Allah’ın yanında ve doğanın yönetiminde söz sahibi, mülke ve tasarrufa ortak, ancak herbirinin işi ayrı bilirlerdi. Örneğin: Yağmur, bereket, hayır-şer, yer, gök, gadap tanrısı gibi... Bu âliheler, tasarruflarında hür, Allah’la da tartışabilirlerdi, ancak en büyük ilâh Allah idi... Müşrikler Allah’ı inkâr etmezlerdi, ancak âhireti, mâneviyatı inkâr ederlerdi. “Yeri ve gökleri kim yarattı desen, Allah’tır derler.” (Mü’minun: 86) Madde ötesi yaşama inanmazlardı. Onlar Âhireti, fizikötesi yaşamı inkâr eden maddeci, materyalistlerdir. Öyleyse bir kişiye müşrik diyebilmek için onun âhireti inkâr etmiş olması lazımdır. Hem Allah’a göre müşrik “Zekat vermek istemeyen, yani; âhireti inkâr edenlerdir.” (Fussilet: 6) Bu yazdıklarımız celi (açık) şirktir. Bundan ötesi hafi (gizli) şirktir, riya gibi... Riya, kisve (biçimsel) dindarlığıdır, namazı, orucu bilsinler ve görsünler diye yapmaktır. Yani riya ikiyüzlülüktür. Evet.. Önce şirkin ne olduğu bilinmeli ki sonra Tevhid bilinsin. 0 uydurma ilâhları bizzat kendiliğinden Allah gibi ezeli ve ebedi kadim var bilmek ve doğanın idaresi ve tasarrufunda onları Allah’a ortak kabul etmek, işte şirk budur. Allah, “Böyle birşey olmadığını, bu gibi saçma sözlerin ilmi bir değer taşımadığını, bunların müşriklerin zannı-tahmini varsayımı olduğunu” Kur’an’da defalarca bildirmiştir. Ve “Zan, gerçek şeydeğildir, zanna-tahmine uymayın” buyurur (Yunus: 36) Allah’tan başka ilâh yoktur, o uydurma ilâhların Allah’la bir ilişkisi de yoktur Müslümanlar, Enbiya ve Evliya’yı böyle nitelemezler, bilirler ki Enbiya ve Evliya Allah’ın habercisi, elçisi, dostudur. Ve bu zatların Allah ile konuşması ve ilişkisi vardır. Müşriklerin; ortak ve kadim bildikleri uydurma ilâhların Allah’la ne ilişkisi vardır ki onlara ibadet, Allah’a yaklaştırsın. Yine Müslümanlar: Enbiya ve Evliya’da, müstakil bir güç, ilim irfan olduğunu kabul etmezler ki hepsini Allah’ın mahlûku ve kul bilirler. Onlarda olanın ve her şeyin Allah’a ait olduğunu bilirler. Onlara sevgi, saygı ve hizmetleri, Allah içindir. Onların da Allah’ın izni ile yardım ve şefaat edeceklerine, herkesteki ve herşeydeki kuvvet, ilim, güzellik ve faziletin Allah’ın olduğuna kesin inanır ve öyle ifade ederler. Öyle ise: Bi iznillah... Allah’ın izni ile, şefaat ya Habibi Kibriya, meded ya Şâh-ı Velâyet Aliyyel Mürteza ve Külli Enbiyaallah ve Evliyaallah... Aman, aman, biiznillah Huuuu Ya Dost... demekte ne sakınca vardır. “Refiudderecat -Derecelerin Yücesi Allah (Mümin: 15), “Ulül ilme derecat - ilim derece derece verilmiştir.” (Yusuf: 76), Âyetlerinden anlaşıldığı üzere Allah-ü Teâla’nın Zâti üst mekanizması olduğu ve alt tabakalarda da bir hiyerarşik düzen kurduğudur. Allah’ın, Râfi, Ustün, Yüce, Yüksek kıldığı Kutsi Ruhlar ve Melekleri vardır: (Mücadele: 11) Mülkte de Devlet hiyerarşisi mevcuttur. İşte bunların hepsi, Allah’ın İrade ve lzni ile tasarruf ederler. Hepsindeki ilim, kuvvet ve tasarruf Allah’ındır. Varlığın özü, Allahü Teala’nın Pâk ve Nur olan, sınırsız, eşsiz bir vücududur. Herşeyin kaynağı O’dur. Mülkte-Melekutta yönetim ve tasarruf kendisinindir. Ama bunları: Kutsi Ruh sahibi Nebi, Veli ve başta Cebrail olmak üzere Meleklerle ve yeryüzündeki devlet kadrosuyla yapar. Allah’ın kurduğu İlâhi düzen budur. Onun izni ile Enbiya, Evliya ve Devlet Ricalinden yardım istenir. “Yok sen Enbiya, Evliya’nın

elini öptün, müşrik oldun, Ârife, Âlime saygı gösterdin Kâfir oldun” diye Müslümanlara hakaret edilemez. Âdeme hürmet etmeyen İblis’tir. Allah da onu kovmuş ve lânetlemiştir. Gerçek vücudu ve herşeyin kaynağını Allah bilen Muvahhiddir. Gerçek vücut Nur’dur ve sonsuzdur, kenarsızdır, iki kenarsız var ise olmaz. 0 nedenle Vücud-u Mutlak birdir. Veli ve Valiler de O’nun izni ile yardım edebilirler. Allah’tan başkasında bizatihi güç yoktur. “Lâ kuvvete illa billah” (Kehf: 39). Gücün kaynağı Allah’tır. Allah amaç, diğerleri araçtır. Araçsız amaca kavuşulamaz ve ondan birşey alınamaz. Allah: Rab, Efendi ve Mâbuddur. O’ndan başka herşey kul, abd ve O’na mahkumdur. Allah herşeyi kaplamıştır.“Ela innehü bi külli şey’in muhit” (Fussilet: 54) Allah herşeyi ihata ettiğine göre maddi ve mânevi her nesne Allah’a mahkumdur. Mahkum ise esir, köle ve kuldur. Denizler ve köpükleri gibi, köpüklerin aslı deniz olmakla beraber, deniz onların hepsini hem kendinden ihdas etmiş, hem de onları ihata ederek, hepsini kendine kul-köle etmiştir. Hem de o köpüklerin izafı olan varlıklarını sonra kendi büyük varlığında yok edecektir. Vücudu Mutlak ezeli var ve nur olan sonsuz kenarsız, eşsiz bir Allah da herşeyi kendi nurundan ihdas etmiş ve onların hepsini kapsamış, kendine köle ve kul etmiştir. Ve sonra onları ezeli ve ebedi nurunda yok edecektir. İlk ve son, dış ve iç O’dur. Işte Tevhid budur. Zât-ı Mutlak Allah’dan başka ne bir müstakil, kadim var vardır, ne de kimsede bizatihi bir güç ve bir ilim-bilgi vardır. Kenarsız, sonsuz var olan Vücud-u Mutlak ve kenarsızlığı sonsuzluğu nedeniyle eşsiz bir tek bir Vahid-i Mutlak olan Allah’tır. Kuvvetin, gücün, ilmin, güzelliğin kaynağı Allah’tır. Lâ mevcude illallah -Allah’tan başka var yoktur (Hakikatte) “La kuvvete illa billah”(Kehf-39), “Ve hüve bi külli şeyin alim” (Ahzab: 54), “Allemel insane ma’lem ya’lem” (Alak: 5), “Ve alleme ademel esmae külleha” (Bakara: 30). Var olan Allah’tır, sonsuz-kenarsız Nurdur. Kenarsızlığı nedeniyle tek birdir. Zira iki kenarsız var olmaz. Gücün, ilmin, sanatın, güzelliğin kaynağı Allah’tır. Allah, Mülkünü, Ilim, Irfan, fen ve sanatını, yönetim ve tasarrufunu derece derece hikmetle taksim etmiş ve izin vermiştir. Hakikatta bunların hepsi Allah’a aittir, İşte Tevhid’de budur. Müşriklerin o uydurma âlihelerini bizzat güçlü ve bilgili ve kadim, daim, ezeli-ebedi bizatihi mevcut bilmek, aynen Allah gibi AIIah’ı büyük, diğerlerini küçük ilâh diye nitelemek, ilâhlardan oluşan bir şirket düşünmek... İşte şirk, ortaklık, ortak koşma budur... Allah’ın iç Âlemi de, dış Âlemi de kendinden ve kendi nurundan ihdas ettiğini, Ezeli, Ebedi, Âlim ve Kuvvet Sahibi, Gören, İşiten, Konuşan, Hakim, Aziz ve Mutlak Yönetici olduğunu, üst ve alt dereceleri kurduğu ve bunlarda da Ruh, Melek, Nebi, Veli sonra Melik, kral, devlet reisleri vasıtası ile tasarruf ettiğini, herşeyin kendi izniyle olduğunu ve Mutlak Kaynak Kendisi olduğunu Kur’an ve Hadis’te tekrar tekrar ifade edilmiştir. Evet, “Külli şey’in sebeba-herşeyin bir sebebi, nedeni vardır.” (Kehf: 84). Allah: işini, ceza ve mükafatını Ruh-Melek-Veli ve kral-melik, vali eliyle verir ve yapar. Bize yaraşan, Nebi ve Velilere sevgi, saygı ve hizmettir. (Mâide: 35). Çünkü: Nebi ve Veliler, Allah’ın Rahmet, Hidayet, Adalet, Şefkat Sıfatının altında... Melikler ve krallar ise, Kahr, Celal, Gadap Sıfatı altındadır. Allah’ın iki sistemi görülmektedir, biri Nebevi, diğeri meliki... Kulların çoğu Nebevi sistemi istemediğinden ya da haketmediği için başlarına ise: Kahri, Celali, Melki (Krallık) sistemi getirir. Sosyal demokrasi her ne kadar İsIâmi, (Nebevi) değilse de sosyal adaleti ve insan özgürlüğünü ve insan haklarını savunduğu için İslâmi sisteme en yakın olan bir sistemdir. “Allah Adildir, ancak insanların çoğuinançşızdır.” Âyetleri çok sayıda ve açık anlamdadır. (Rad: 1) Adalet: Ata ot, kediye et vermektir. Bunun zıddı zulümdür. Allah da öyle yapmaktadır. Çoğunluğun isteğine göre başlarına yöneticiler getirmektedir. Toplum, gövde.. Yönetici ise baştır. Ya âdil -iyi, ya zalim -kötüdür baştaki... Demokrasi ile idare edilmeyen ülkelere bakıldığı zaman, o ülkenin insanlarının çoğunun aslında özgürlük, insan hakları, bireysel haklar diye bir istekleri olmadığı görülecektir. O toplumların çoğunluğunun istekleri, krallarının ve diktatörlerinin kendilerine ekmek vermesidir. 0 kral ve diktatörlere dalkavukluk ederek onlara yakın olup, onlardan yararlanmak -zengin olmaktır gayeleri... Onlar nefislerinin isteği olan bu dünyada lüks bir yaşam biçimine kavuşup, zevk-ü sefa sürmek istemektedirler. Onların özgürlük, insan hakları diye bir dertleri yoktur. İstedikleri sadece dünya yaşamı ve ziynetidir (Süsüdür). 0 toplumların çoğunluğu; saydığımız bu insani değerlerin (özgürlük, adâlet, insan hakları gibi) kavramların bilincine varmadıkları gürülür. Sadece nefsani, hayvansal duygularını tatmin etmek isterler. Allahü Taâlanın: Kur’an’da “Velem yürid illel hayated dünya -Onlar dünya yaşamından başka birşey istemezler.” diye nitelediği insan topluluklarıdır. Onun için de özde ne Peygamberin ve Dört Halifesinin aslında Cumhuri Sistemini (sosyal adaletçi ve özgüılükçü olan) isterler ne sosyal demokrasiyi, ne de demokratik cumhuriyeti isterler. 0 toplumların çoğu aslında baskıcı rejim olan krallık, sultanlık ve diktatörlük isterler, eğer istemeseler başlarındaki o krallar, sultanlar, diktatörler fazla sürmez hemen düşerler. Bunun en son örneği Romanya Diktatörü Çavuşesko’nun durumudur. Halk istemeyince bütün zulmüne rağmen diktatörlüğünü sürdürememiş ve devrilmiştir. Allah’ın Nebi ve Velilerine sevgi-saygı, Onlardan yardım istemeyi şirk sayan, sözde muvahhid Müslümanlar, meliklerden ve zenginlerden birşey istemesinler öyleyse.. Hasta olduklarında şifa için doktora gitmesinler, her türlü ihtiyaçlarını bizatihi Allah’tan istesinler, yoksa kendileri de müşrik oluyorlar.. Normal hayatta, sebeplere yapışmayı şirk sayıp, “Ancak senden yardım isteriz” diye de Âyeti yanlış tefsir etmek, insanlığın düzenini bozmak ve şaşkın etmekten başka brşey değildir. Ruhu Allah’a vasıl olmuş, Allah’ın Dostu-Velisi İbrahim Aleyhisselam gibi “Ve iza meridtü fehüve yeşfın” (Şuara: 80) -Hasta olursam Allah bana şifa verir- demek lazım, ya da hasta olan herkesin doktor, ihtiyacı olan herkesin de birer birer kral, zengin olması lazım... Çünkü bu kişilerin artık, Allah’tan başkasına ihtiyaçları kalmamıştır. ikisi de doruk noktaya, zirveye yükselmiştir. Biri Mânevi, biri maddi.. Buyrun: isteyen, Nebi ve Veliye sevgi-saygı gösterip hizmet etsin, O’nların feyzinden, nurundan, İlâhi Ilmi Ledününden feyz ve Mârifet istesin, faydalansın... Isteyen de, dünya melikleri, zenginleri ve yani zâlim diktatörlere hizmet etsin ve onların dünya nimetlerinden istesin.. Ve o zaman kim Mü’min kim müşrlk tam belli olsun.. Büyük Muvahhid Fuzuli bakınız ne buyuruyor:

“Hizmet ehline sim ü zer vermek (altın-gümüş) meliki mülke aittir. En kazançlısı ise Hizmet-i Nebi ve Veli’dir. 0 da Rütbe i Şehadettir (Allah’ı Görmektir).”

Müşrikler, önce heva ve heveslerini simgeleyip, cansız oyma putlar yaptılar, sonra âlihelerinin önünde eğilip taptılar ve onlardan yardım istediler. Tıpkı Hristiyanların, önce Allah’ı İsa ve Meryem’e dönüştürüp sonra da onların taştan-demirden heykellerini yaparak, önünde eğilip taparak, sanki duyuyorlarmış gibi onlara yalvararak yardım istedikleri gibi.. Öyle ki Vatikan’da, mermerden Meryem Ana heykelinin ayakları, öpe öpe aşınmış, dümdüz olmuştur. Ve nerede iki tane çöp, demir çubuk buldularsa çaprazlama bağlayıp salip-haç yaptılar ve boyunlarına kadar heryere astılar. önce Ruh’u beden ettiler, bedeni de iki çubukla küçülttüler ve Koca İsa’yı çer-çöp ettiler. İşte buna karşılık biz, Sure-i Fatiha’da “Biz sana taparız, ve biz senden yardım bekleriz.” diyerek uydurma ilâhlara tapmayı, varlıkları olmayan ve cansız olanlardan yardım istemeyi reddederiz. Hak’kı bilen (Ârif) ve Hakkı gören (Şehit)Ierden de Allah’ın izniyle şefaat bekleriz. Bu da Kur’an-ı Kerim’de kesin olarak sabittir. “Nahnü Evliyaüküm- Biz sizin Velileriniziz” (Fussilet: 31), (Zuhruf: 86) Bu Âyete göre “Melekler Mü’minlerin Velileridir”. Melekler, insanlara yardım eder. Ruh-u Âzam, Küll-i Ruh olan Peygamberimiz ve Varisleri Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Ebubekir ve Veliler bizim şefaatçimiz ve yardımcılarımızdır. Peygamberimiz:

“Benim şefaatim -yardımım ümmetimin kebair-büyük günah işleyenlerine-ehlinedir.” buyuruyor. Arapça Gramerde: “İyya”, İlgi-aidiyet- mahsus kılma anlamınadır. “İnnema-Ennema” kelimeleri ise -Ancak- anlamınadır. İyyake Sana, İyyaye-Bana, Iyyahu-Ona anlamındadır. “lyyake na’büdü” Âyetinde, olmadığı halde “Ancak sana taparız” meali vermek caiz olabilir. Zira Allah’tan başka Ma’bud -tapılacak olmadığı Kuran’da yüzlerce Âyette ifade edilmektedir. Allah tekdir ve Mutlak’tır (Nahl: 22)..”İyyake nestein” âyetine ise “Ancak” edatını koymak, yukarıda anlattığımız gibi yanlıştır. “Bi iznillah, bi iznihi” âyetleri ise delilimizdir. Enbiya, Evliya ve Şehitlerin ruhları diridir. Allah’ın emri olan, Ruh-u Kudsi’ Kutsal Ruhlar ölmez, Allah’ın yanındadır, istediklerine ve isteyenlere yardım ederler.

“Günahkarların ruhu berzahlarda, müttekilerin ruhu Allah’ın indindedir.” (Kamer 55). Aksini düşünmek, söylemek: ancak, Müslümanlara bir sataşmadır, demogojidir, ortalığa fesat

yaymaktır. Hem de Enbiya, Evliya, Şehit ve Melekleri küçümsemektir. Onları küçütten Allah’ı küçültmeye kalkmış olur, sonunda iblis gibi zelil ve hakir kalır. Bunlar aslında, Mâneviyat-Ruhaniyat Aleyhtarı, Materyalist, Maddeci kişilerdir. “Yardım ancak Allah’tan istenir’ derler sonra zenginlere, idarecilere dalkavukluk, yağcılık ederler. Kur’an’daki mecazi anlamı da kaldırıp Cenneti dahi maddeleştirmeye çalışırlar. Ruhani-Allah yolunun yolcuları ise: Üstadları, Hocaları, Öğretmenlerine-dünyada iseler vicahi-.sevgi ve saygı gösterirler, O’nları büyükler ve över, önünde eğilir, ellerini öper, hizmetlerini görürler. Çünkü: O’nlarsız: Ne Allah bilinir, ne Hak Yolu Öğrenilir. “İnsan-ı Kâmil, Allah’ın halifesi, aynası, varisidir.” (Bakara: 30). Şayet vefat etmişseler Nurani, Kutsi, Yüce Ruhlarına yönelerek, cehalet ve nefs-i emmarenin karanlığından kurtarmaları için himmet istenir, ilim-irfan, aşk ve feyz taleb edilir. Bilindiği gibi ve dialektiğin gereği: Daima zayıf, güçlüye mahkumdur. Onun için hürmet eder, önünde eğilir. Yapmazsa ezilir, bundan ötesi mugalatadır... Allah’ın: Maddi-Mânevi, Zahiri-Batıni, İç-Dış Âlemindeki hiyerarşisinde de durum böyledir. Buna baş kaldıran, kibirlenen, böbürlenen ezilir, azap görür. Dünyadaki huzuru bozmak isteyen fesatçılar olduğu gibi. Mânevi düzene (İnsan-ı Kâmil ile Allah’a ulaşma) hiyerarşisine de başkaldıran dini görünen fesatçılar vardır.” (Tevbe: 34)..” Hem bunlar en tehlikelisidir, molla kisvesinde görünen maddeci ve çıkarcılardır.” (Meryem: 69).. “Özlemleri lüks yaşam içindir, bunun için yapmayacakları dalkavukluk yoktur. Dini, dünyaya-menfaatleri doğrultusunda-tahvil ve tevil etmeye dahi kalkışırlar.” (Bakara: 86). Bunlar Haham, Papaz ve Mollaların çoğudur. Bunların Kur’an’daki adları “Ribbiyyun’dur.” Allah bunların “Peygamber ve İnsan-ı Kâmil’Ie mücadele ettiklerini” buyurur. (Âl-i imran: 146). Bunların malesef çok azı olan .İyilerini tenzih ederim. Allah, Müslümanları ve insanlığı böylelerinden ve tehlikelerinden muhafaza buyursun. Enbiya, Evliya, Şüheda ve Ârif-Âlim Hak Dostlarının sevgisini kalbimizden, Şefaat, Himmet ve yardımlarını üstümüzden eksik etmesin.. Âmin... Konuyu özetlemek gerekirse: Emevi din yorumunu daha da katılaştıran, İbn-i Hazm ve İbn-i Teymiye’nin bir uzantısı olan bazı Ehl-i Sünnet dışı mezheplere göre: “Peygamberden, Peygamberlerden Velilerden Şefaat-Yardım isteyenler, kabirleri ziyaret edenler, Peygamber ve Velileri dost edinenler, kurban kesenler kafirdir, müşriktir, putçudur’ deniliyor. Bu durumda: 1,5 milyar Sünni, Alevi,Şii olan biz Müslümanlar ve 1400 yıllık atalarımız hep kafir, müşrik ve de putçuyuz, yalnızca: şu anda sayıları 200-300 bini geçmeyen onun da yarısı belli bir aşiret ve bürokrat olan kişiler müslüman ve muvahhid öyle mi?.. Bu ancak insafsız birtefrikacılıktır. Sünni, Alevi, Şii olan halkın çoğunluğu Müslümandır. Bir de “Allah ile kul arasına kimse giremez” sözünü ikide bir tekralayan bu Ehl-i Sünnet dışı mezhepdekiler Ayırsınlar bakalım din ile dünya işlerini, kabul etsinler demokrasiyi, benimsesinler 4 Halife’nin seçimle işbaşına geçme sistemini.. Hem, hiç dikkat etmiyorlar mı cenaze namazına... Cenaze Namazı çok önemlidir. Doğrudan önümüze koyup, onu da kıblemize eşdeğer tutup namaz kılıyoruz. Bu da tıpkı Meleklerin: Âdem’i kıble edinip, Âdem’e secde ettikleri gibi bir olaydır. Burada Âdem ve vefat eden Müslüman insan kardeşimiz kıbledir. Çünkü önümüzdedir ve yüzümüzü ona dönmüş durumdayız. “Yüzünü Mescid-i Haram’a çevir” (Bakara: 144). İbadet, Allah’adır. Ama kıble olarak, Âdem ve vefat eden kardeşimiz, cenaze namazıyla yüceltilmektedir, bu bir saygı, bir tazimdir. Zira, Âdem ve evladı yücedir. “Âdem’e bütün isimleri öğrettim.” (Bakara: 31). “Âdem ve Kâmil İnsan olan evlatları, Allah’ın halifesidir.” (Bakara: 30). “insan yücedir.” (Tin: 3) Bu durumda: Melekler, Âdem’e secde etmekle, Müslümanlar da vefat eden insana yönelip salat, dua, namaz kılmakla müşrik mi olmaktadırlar. Yusuf’a secde eden Ebeveyni ve kardeşleri müşrik midir? Aslında onlar, İnsan-ı Kâmile de, 4 büyük Halife’ye de, 4 mezhep imamına da, Maturudiye de, Eş’ariye de, Şiaya da tasavvufa da zaten karşılar. Mâneviyatı inkar eden, veya fizik ötesi âlemi de yorumlarıyla maddi-cismani kılan materyalistler bu Ribbiyyinleryani; (Rab’cı-Allah’cı geçinen dini bilginlerin çoğu) bunlara göre Nurani-Rahmani Âlem, Nurani Cennet yoktur. Cennet’te dünya gibi maddedir. Halbuki Ruh-Melek ve Cennet Âlemi, Emir’den yani Nur’dandır. Emir ise Allah’ın Kelim sıfa tıdır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın emridir, Allah’ın kelamıdır ve Nur’dur. Allah’ın emri-kelimesi ve nefesi cisim, mahluk, madde değildir. Bunlar, bu saydıklarımız Sıfat-ı Zât-i Bâri’dendir. Âlem-i Melekut ve Ceberut’tur. ** Allah ile kul arasına giren kimse yok ki.. Aracı ilimdir, irşat ilimledir. Hakiki Mürşit ilimdir. Ancak ilim, kendiliğinden irşat** yapamaz. İlmi bilen, Ârif lazımdır. Aracı Âlim, Ârifdir. Bilindiği gibi İslâm’da İlim: Zâhir-Bâtın, Fıkhi ve Itikadi ilimler diye ikiye ayrılır. Fıkıh (İslâm Hukuk İlmi), zahiri ilimler kategorisindendir. İtikat-İman İlmi ise; Felsefi, Kelami, Tasavvufi diye üç bölümdür. Bunların da bilge kişilerine Âlim ve Âriflerine ihtiyaç vardır. İrşat ilim iledir, ilim de bu görevi bilge Âlim, Ârif kişiler aracılığı ile yapar. Bunun da başka yolu yoktur. İşte bu bilge kişilere: Medreselerde Fakih, Feylezof, Kelam Âlimi... Tekkelerde ise Üstad, Ârif, Şeyh,Baba, Pir, Dede ünvanı verilmiştir. Bilindiği gibi Tasavvuf medreselerden değil, Tekkelerden zuhur etmiştir. Hiçbir Tasavvufçu gösterilemez ki 0, bir Tarikat Piri veya mensubu olmasın.... “Aracı yoktur, mürşit ilimdir” gibi sözler saptırılmasın. Âlim, Ârif aracısı olmadan, ilim-irfan kendi başına irşat görevini yapamaz. Araçsız amaç olmaz. Rehbersiz, maddi-Mânevi hiçbir yere, amaca erişilemez. Aracı sadece rehberdir. Peygamberler ve Veliler Âlim, Ârif kişilerdir. Hak yola ve Allah’a kavuşmakta rehberdir. Peygamberler ve Veliler Âlim, Ârif kişilerdir. Hak yola ve Allah’a kavuşmakta rehberlik ve mürşitlik yapmaktadırlar. Ancak, gaye her zaman amaçtır, ama araçsız amaca da kavuşulamaz. Ampülsüz elektrik ışığından yararlanılamaz. Kur’an-ı Kerim’de “Errahmanü fes’eI bihi hablra - Rahman’ı, Rahman’dan haberdar olandan sor” buyuruluyor. Demek ki; Rahman’ı; Rahman’ı bilen-haberdar olan- Âlim, Âriflerden sorup öğrenmemiz emrediliyor.

İlim-fiil.. Âlim-fail.. İlim-Kur’an, Âlim, fail Muhammed (S.A.), Kâmil İnsan’dır. Kur’an’ı bilmek için illa bir Kâmil İnsan, Muhammed (A.S.)a ihtiyaç vardır. Bunun başka yolu da yoktur. Hal böyle olunca da, rehbere bir teşekkür etmek, sevgi ve saygı göstermek lazımdır. Hocaya, öğreticiye, hak yola rehberlik ediciye, babaya, büyüğe sevgisi, saygısı, teşekkürü olmayanın Allah’a hiç olmaz. Böyle birisine değil Müslüman, insan bile denmez. Çünkü, sa- dece Allah’ı yüceltiyor görünüp, şerefli ve mükerrem insanı küçültmek ve sevmemek İblis’in işidir. İblis mel’unu da AlIah’ı Yüce kılıp, İnsanı-Âdem’i küçük gördü ve sevmedi yani büyüklendi!... Ama sonra tel’in edilip, recm edildi (kovuldu, taşlandı). Hristiyanlarda Martin Luther de: Bu aracı kabul etmeme fikrini, Emevi din yorurumcusu Emevi kökenli, Zahiriye Mezhebi’nin kurucusu İbn-i Hazm’dan almış, ve Papa’ya karşı çıkıp protestanlığı kurmuştur. Ama 500 yılda sayıları 50 milyonu geçememiştir. Bugün Hıristiyanlığın %90’ı Katolikler ve Ortodokslar’dan oluşmaktadır. Bu aracı kabul etmeyen, velileri inkar eden Luther’ciler hem Müslümanlar, hem Hıristiyanlar arasında hep ifrad ve tefritçi olarak bulunur ve her zaman bir avuç azınlıktırlar. Çoğunluk, böyle sapık-aşırı fikirlere itibar etmez. İşte pratik de meydandadır. ** Büyük bilgin, Âlim, Ârif olan Enbiya ve Evliya’nın kabirlerini korumak, simgelerle O’nların fikirlerini canlı tutmak: Bir hatıra, saygı, sevgi ve vefa ifadesidir.Yoksa kimse mezara tapmaz, her Müslüman Allah’ı bir bilir. Hiç bir Müslüman, cansızdan, cesetten, taştan, topraktan birşey istemez. Ölmez olan, canlı olan Allah’ın emri ve ruhundan istekte, talepte bulunur. Şefaat himmet ve feyz ister ve bunların Allah’ın izniyle olacağını bilir. Müşrikler ise; cansız sanemlerden (putlardan ve uyduruk âlihelerinden) yardım isterler ve uyduruk âlihelerini Allah’ın yaratmadığını ve onların da bizatihi Allah gibi Kadim olduklarını, ve kuvvetlerinin de bizatihi kendinden olduğunu, Allah’ın onları yok edemeyeceğini söylerler. Yani onları da Allah gibi Kadim, Ezeli bilirler. Kuvvetlerini kendiliğinden var bilirler ve uyduruk ilâhlarını Allah yaratmamış ve Allah yok edemez, onlardaki bilgiyi de Allah vermemiş. 0 âliheler kendi müstakil güçleriyle vardır diye bilir müşrikler ve müşriklere göre **“Allah büyük ilâhtır, diğerleri küçük...” (Enam:19), (Mü’minun: 117). Tevhidi bilmek için önce şirkin ve şirklerin ne olduğunu bilmek gerekir. Kardeşlerim, hangi Müslüman; “Âdem’i, Evliya’yı Allah yaratmadı, onlardaki ilim, kuvvet feyz Allah’tan değil” der. Böyle bir Müslüman var mı ki, Enbiya ve Evliya’ya Allah için hürmet edene Allah’ın izniyle himmet isteyene Müşrik deniliyor. Her Müslüman bilir ki, Enbiya ve Evliya’yı da herşey gibi Allah yarattı ve Allah onları da, herkesi de öldürür ve öldürecektir ve onlardaki ilim, kuvvet, feyz Allah’ındır. Kuvvetin, ilmin, feyzin kaynağı Allah’tır. Herkes Allah’ın kuludur. Ma’bud, İlâh Allah’tır. Allah birdir Enbiya ve Evliya ise Haktır. Her himmet ve yardım Allah’ın izniyledir.Ve Allah’ın şefaate ve irşada izin verdiği Enbiya ve Evliya ve tek kelime ile pâk ruhları Allah’a yaklaşmış Mukarrebun’lar yani, Kâmil İnsanlar vardır. Kimse cansız varlıklardan birşey istememektedir. Enbiya ve Evliya’nın ruhu Hay’dır. Ölen cesettir. Ruh Allah’ın emridir, ölmez. Günahkar ruhlar berzahlardadır. Pâk Ruhlar, Allah’ın indindedir.

“İnnel müttekine fi cennatin ve neher. - Müttakilerin ruhları Allah’ın indindedir.”(Kamer-54)

Âyeti apaçıktır. Müşriklerin uyduruk ilâhları Allah’a yakın değildir. Hem onlar yoktur ki. Onlara tapmakla Allah’a yakın olunsun. Ama Allah’ın huzurunda, yanında, yakınında olan Enbiya, Evliya ve Mukarreb ruhların sahipleri Allah’ın dostudur ve insanlara şefaatçidirler. Ayrıca, Kur’an-ı Kerim’de

“Mü’minlerin, mü’minleri dost-Veli edinmesi,”(Enfal-72,Tevbe-71)

tavsiye hatta emri varken, Mü’minler, Allah’ın dostları-Velilerini Veli edinmekle Kur’an-ı Kerim’in emrine uymuş olmuyorlar mı?..

KAZIM YARDIMCI-ADIYAMAN-TÜRKİYE

Dip Not: “Göklerdeki ve yerlerdeki askerler Allah’ındır”(Fetih 4,7) Bunların hepsi, Allah’ın kuludur. Allah, kullarını kulları ile korur ve Allah, kullarına kulları ile yardım eder. Yani Allah, “Müsebbibül Esbab” dır. Yani sebeplerin sebebidir. İlk sebep, ilk neden Allah’tır. Allah, sebepler yaratmıştır. Sebepler inkâr edilemez. Allah, alemleri ve insanı sebeplerle yönetir. Yani esbab, inkâr edilemez. Sebeplere uymak, Kur’an’ın emridir. Sebeplere uymayan ve onlardan yararlanmayan helâk olur. Allah’ın yardımı; kulları ile kullarına yardımıdır. Bu bir gerçektir. Pratik hayatta da apaçık görülmektedir. İlahi hiyerarşiye uymak lazımdır. Uymayan helâk olur. Bir kadın, çocuğunu doğurup, çocuğunu terk edip “O’nu Allah korusun, O’na Allah yardım etsin” derse, böyle bir şey sapkınlık olur.

Enbiya-evliya, alim muallim kişilerdir. Alim olmadan ilim öğrenilemez. Allah, ilmini bizzat Peygamberlere öğretir. Peygamberler de insanlara öğretir. Alim bir araçtır, inkar edilemez. Alimsiz ilim olmaz. Allah’ın enbiya ve evliyasına (dostlarına) selam olsun.

HAMD ALLAHINDIR. “Allah’ın ıstıfa (seçtiği) seçkin kullarına selam olsun.”(Neml 59)

Enbiya ve evliyadan himmet istemek, onların duasını istemektir. Dua istemek ise caizdir. Veli kelimesinin çoğulu evliyadır. Kur’an’a göre “Müminlerin başta velisi-dostu Allah’tır. Sonra Hz.Muhammed(S.A.V), sonra da müttaki müminlerdir.” (Maide 55) Ayrıca “Melekler de müminlerin velileridir.”( Fussilet 31)

Müşrikler ise oyma putları, senemleri veli-dost edinmişlerdir. Müşrikler, sanemleri, oyma put(uyduruk ilahlar) ilah edinirler.

O uyduruk ilahlardan yardım beklerler. Ve o uyduruk ilahları veli-dost edinirler. Bu koyu bir cehalettir. Müminler Allah’ı ve Allah’ın velileri olan enbiyalarını-dostlarını veli-dost edinirler. Onlardan dualarını ve himmetlerini isterler. Bu anlamda onlardan yardım istemiş olurlar. Yani enbiya ve evliyadan, müttaki müminlerden dua-yardım istemek onların duasını istemek anlamınadır. Onların duası müstecaptır. Veli sözcüğünün Arapça anlamı dosttur. Çoğulu vardır. Çoğulu evliyadır (dostlardır) “Sizin veliniz, dostunuz Allah’tır ve Allah’ın Resulü Muhammed’dir ve namaz kılan, zekat veren, müminlerdir (müttaki müminlerdir) onlar Hak’kın önünde eğilenlerdir”. (Maide 55)

Bu ayette açıkça “Allah velidir, Hz.Muhammed de velidir ve müttaki müminler de velilerdir” buyurulmaktadır. Ayeti inkar etsek küfürdür. Ayrıca müşrikler “Biz bu putları veli edindik” demiyorlar, mabud edindik ki Allah’a yaklaşalım” diyorlar. Müminler, Allah’tan başkasını mabud ilah edinmez. Hiçbir mümin evliya ve enbiyaya “Bunlar ilahtır, bunlar mabuddur” demez. Bütün Müslümanlar “LAİLAHEİLLALLAH” deyip, Allah’ı bir bilirler. Allah’ı bir bilmeyen tek bir Müslüman yoktur. Muğalata (demogoji) yapıp, Müslümanlara iftira edilmemeli, sataşılmamalıdır.

Müminler, Evliyaları Allah’ın dostu bilip, Allah’ın sevgili kulu bilip bundan ötürü onlara sevgi ve saygı göstermekte, onlardan dua istemektedirler. Dua istemek de yardım istemektir. Allah, Sure-i Muhammed de Peygamberimize hitaben

“Bil ki Allah birdir. Sen kendin için de müminler için de(mümin erkekler ve mümin kadınlar) Allah’tan mağfiret iste” (Muhammed 19) buyurmaktadır. Bu ayette Peygamber Efendimize müminlerin mağfiretini, af olmalarını istemek hususunda Peygamberimizi aracı kılmıştır. Müminlerin birbirlerine duası, dua etmesi haktır.

İyyake sözcüğündeki “KE” “SEN” zamiridir. “KE” zamirinin başına “İYYA” konularak seni-senin anlamını alır. “İYYA” nın tek başına anlamı yoktur. Fatiha suresindeki “İYYAKENESTAİNU-SENİ İNAYETÇİ EDİNDİK YA DA SENİN İNAYETİNİ İSTERİZ” anlamınadır. Allah, doğrudan yardımcı anlamını ifade eden Nesir(Yardım Eden) ismini kullanır. Müstean-Mümin-İstiane inayeti ifade eden Müstean ismini kullanmıştır. Tabii ki inayet geniş anlamlıdır. Yardım anlamını da kapsar. Ama daha başka anlamlar da taşır. Ve inayet geniş anlamlı olduğu için Allah’a mahsustur. Kur’an’da “NASİRİN- yardım edenler” geçer. Ama inayet ve istiane edenler geçmez, bu bir.

Ayrıca İyyake-sana-seni zamirinin başından “İnnema, ennema(ancak yalnız edatları olmadığı gibi) An-min (den dan) edatları da yoktur. Seni-senin anlamına olan ayetini, ancak ve yalnız senden yardım isteriz tercümesi yanlıştır. Allah’ın kelimesinin başına ancak- yalnız den-dan edatları mealciler tarafından eklenmektedir. Ve Allah’ın Kelamını değiştirmektedirler. Doğrusu ancak senden-yalnız senden yardım isteriz değildir. Doğrusu şudur: “Senin inayetini isteriz” dir. Bakın başında ne ancak ve yalnız anlamına gelen “İnnema-ennema” edatı ve ne de “Den-dan” anlamına gelen An-Min edatları vardır. Bunlar ayete beşer tarafından ilave edilmekte, Allah’ın ayeti tahrif edilmektedir. Bu da iki.

Namaz ibadettir. Huzuru İlahide, ayakta edeple durulup doğrudan, Allah’a niyaz, münacat edilmektedir ki; ibadetin içinde, Huzuru İlahide tabii ki doğrudan Allah’tan inayet yardım istenir. PADİŞAHLARIN PADİŞAHI ALLAH’IN HUZURUNDA. Ve ibadetin içinde O’ndan başkasından yardım istemek zaten imkansızdır. Huzuru İlahi de O’ndan başkasından yardım istemek mümkün değildir. ZİRA ALLAH'IN HUZURUNDA İKEN ONDAN BAŞKASI ZATEN YOKTUR. Ama namazın dışında sailin, isteyenler vardır. Nasirin yardım eden vardır. Sosyal yardımlaşma caizdir. Ve Allah yardımlaşmayı emir ve teşvik etmiştir. “Huve Mevlaküm ve huve hayrin nasirin –Allah sizin(müminlerin) efendisidir ve O yardım edenlerin hayırlısıdır.” (Enfal 40)Tabii ki, her işte her konuda Allah, en hayırlı olandır. Ayrıca yukarıdaki Ayette Allah yardımcıları olduğunu da beyan buyurmaktadır.

Ayrıca Kur’an’da şu ayetler de vardır:

“İstekte bulunanları, isteyenleri boş çevirmeyin.” (Mearic 25)

“İçinizden mal sahipleri ile fazilet sahipleri, olmayanlara-yoksullara versinler.”(Nur 22)

Dünya malı zaten malüm, somuttur. Fazilet ise Allah’ın “fazıl” isminden gelmektedir. Soyut bir gerçektir. Allah bazı kullarına, kendi faziletinden vermiş olduğunu bu ayetle belirtmektedir. Fazilet maddi bir sıfat olmayıp, manevi bir sıfat-niteliktir. İşte bu fazilet sahiplerinden feyiz istenebilir. Fazilet sahipleri de yoksul olanlara verir ve bu fazilet ve feyzin olmayanlara verilmesini, yukarıdaki ayetle Allah istemektedir. Fazilet sahipleri sabikundur-ileri geçenler-ileri geçenler-mukarrebunlardır.-Allah’a yakın olanlardır(Evliyalar-Allah’ın dostları)

“İleri geçenler, ileri geçenler-onlar mukarrebunlardır. Allah’a yakın olanlardır.”(Vakıa 11)

“Muttakiler cennetlerde “müttakiler” muhakkak cennetlerde, nehirlerde, doğruluk otağında ve muktedir meliklerinin Allah’ın indindedirler(katında, yanındadırlar)”(Rahman 54, 55)

Ayrıca Allah Medineli Müslümanlar için Ensar (yardımcılar) buyurmaktadır.(Haşr 9)

Demek ki başta Allah ve Resulü ve Allah’ın insanlara yardım eden kulları da vardır. Hani Allah’tan başka yardımcı yok idi ve Allah’tan başkasından yardım istenmezdi. Bu yazdıklarımız hep Kur’an ile sabittir. Ayrıca bu yardımlaşma konusunda bir çok Hadisi Şerifler vardır. Sizleri yormamak için ayetlerle yetiniyoruz. Tabii ki en başta yardım Allah’tandır. En hayırlı yardımcı Allah’tır. Her işte her konuda en hayırlısı Allah’tır. Sevgi ve saygılarımla müminlerin birbirine maddi manevi yardım etmelerini diliyorum. Zaten bu müminlerin de görevidir. Bilvesile hepinizin gözlerinden öperim.

* * *

“Allah’ın izni olmadıkça bir kimsenin iman etmeyeceğini anlamazsanız üzerinize ricis (kir, pislik) yağar.” (Yunus 100) Bu ayetin muhatapları müminlerdir.Bu ayet, kesin olarak imanın Allah’ın bir hidayeti ve rahmeti olduğunu kimsenin Allah’tan istemedikçe iman edemeyeceğinin kesin delilidir. Bu ayet, müminler tarafından başkalarının imana zorlamaları üzerine yani illa ki “iman etmeyenler de iman etsin” diye zorlamaları üzerine Allahuteala müminlerin bu çabadan vazgeçmesini istemiştir.

İman vehbidir. Kesbi değildir. Yani iman, Allah vergisidir. İnsanın kendi kazancı değildir. “Allah dilediğine hidayet eder” Öyleyse iman sırdır ve mucizedir. Peygamberlerin, Allah’ın sevdiği kullarının yüzündeki Nuranilik, fazilet ve sevimlilik imanın dışa vuruşudur, dışa yansımasıdır. İmanı anlamak isteyen, yüzü nurlu olan müminlerin simasına baksınlar. İman müminlerin nurani ve sevimli yüzlerinde görünür. Kalptedir ama gerçek müminlerin yüzüne yansır.Allah gerçeği arayanlara hidayet buyurur ve gerçek müminleri korur İnşallah.

KÂZİM YARDIMCI (ADIYAMANLI)

Paylaş: