Kitabi Dinlerin Birbirleriyle Acımasız Mücadeleleri Yanlıştır

“BİR İNSANI HAKSIZ YERE ÖLDÜREN (HAYATINI YOK EDEN) BÜTÜN İNSANLARI ÖLDÜRMÜŞTÜR. BİR İNSANI DİRİLTEN (HAYATINI KURTARAN) İSE BÜTÜN İNSANLARI DİRİLTMİŞTİR (HAYATINI KURTARMIŞTIR).”

ALLAH VE HZ.MUHAMMED’İN (s.a.v) GÖRÜŞÜ BUDUR.(Kur’an-ı Kerim Maide 32)

Dört incili de satır satır tarasınlar, hiç birisinde ‘’Oğul’’ kelimesi geçmez. Allah’ın İsa Mesih (A.S)‘ e hitaben ‘’Ey oğul, ey oğlum ” diye bir hitabına rastlanmaz. Hazreti İsa’nın da “Ben Allah’ın oğluyum” diye bir sözüne rastlanmaz. Baba, oğul, ruhul kudus terkibi sentezine) bileşimine de rastlanmaz. İncillerde bu sözcükler olmadığına göre kesin olarak belli ki; Roma’da Kralın(Constantinus) savaşı kazanması için Hıristiyanlardan, Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul edeceğini vaad etmesi ve Hıristiyanlarında kılıçla kendisini desteklemeleri sonucu savaşı kazanması ile Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini olmuştur. Böylece o zamana kadar 3.asırda yok olan kiliseler de açılmış ve kilise babaları İncillerde olmadığı halde “üçleme “ teorisini ve “Tanrının Oğlu” ibaresini İncile rağmen kendileri oluşturmuşlardır.Ve Hıristiyan halklara böyle öğretmişlerdir. Sonuçta Tevhid dini olan İseviliği bozarak şirk yoluna sapmışlardır.

İncillerin metinlerinde “Oğul, oğlum veya Mesih tarafından Ben Allah’ın oğluyum “ terimleri asla yoktur. Ancak, İncillerin dipnotlarına yorum olarak metnin dışında yorumlar yapıldığı görülmektedir. Dipnotlar ve yorumlar, İncil ayetleri değildir. Bu ve buna benzer yorumlar yapmış olabilirler. Havari olan Petrus’dan da böyle sözler duyulmamıştır. Pavlus ve benzerleri ise, havari değildirler. Onların sözlerine itibar edilmez.

Ayrıca İncil, Allah’ın kitabı olduğundan; Allah’ın diğer kitapları Tevrat, Zebur ve Kur’an’a ters(Aykırı) düşmesi de düşünülemez. Tevrat, Zebur ve Kurân’da da, “Oğul, Allah’ın oğlu ve teslis üçleme “ terimlerine rastlanmaz. Musa’ya verilen on emrin; birinci emri de aynen “Ya Musa, Rabbin yanında başka ilah-tanrı tanımayacaksın” diye buyurmaktadır. Yani İlah tekdir-birdir. O da evrenin ve insanın yaratıcısı Alemlerin Rabbı Allahu Azimuşşandır.

Gerçek budur kardeşlerim. Dört kitabın içeriği de bu gerçeği vurgular. Allah’ın kitapları birbirine aykırı olmaz.

Kilise babaları, Hz.Muhammed’in (S.A.V) kılıçla İslam dinini kabul ettirdiği propagandasını sürekli yapmaktadırlar. Ancak Hıristiyanlar da, Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul edeceğini kendilerine vadeden Krala, kılıçları ile yardım etmişler ve kralın karşısındaki Romalıları feci şekilde öldürmüşlerdir. Zaten ondan sonra Hıristiyanlık, Roma’da kanlı bir savaş sonucu Roma’ya yerleşmiştir. Bu bir tarihi gerçektir.

Hıristiyanlığı Roma kralının kabulü neticesinde ayrıca şu olmuştur: Sinagoglara karşı kilise- ibadethaneler yapılmış sinagoglar dışlanmış ve kilise “Tanrının tek evi” olarak ilan edilmiş Yahudilik de dışlanmıştır. Yani Roma’da silahlı bir savaş sonunda muvaffak olununca, Yahudilik ve sinagoglar dışlanmış ve Hıristiyanlık tek din olarak ilan edilmiştir. Bu suretle bir nevi Yahudilerden intikam almışlardır. Bunlar miladi 300 yılında olmuş, daha o zaman Hz.Muhammed(S.A.V), dünyada bulunmadığı gibi Kur’an’da yok idi. Bunlar hep Yahudilere karşı yapılmıştır.

Ayrıca Hıristiyanlık Roma’da devlet haline gelince, Roma’nın kuzeyine doğru ve Roma İmparatorluğu’nun bütün topraklarına yayılırken de silah-kılıç kullanılmıştır.

Roma İmparatorluğu dışındaki insanlar kendi iradeleri ile Hıristiyanlığı kabul etmiş değillerdir. Kanlı savaşlar olmuştur. Yani miladi 300 yıllarında ve son yıllarda Hıristiyanlar, Hıristiyanlığı yaymak için çok kan dökmüşlerdir. Hazreti Musa’da Filistin’e girerken, oradaki çok cabbar-kuvvetli olan Kenanileri tamamen öldürmüştür. Tevrat’ın Huruc kısmını okuyanlar bilir. Kur’an’da bunu açıklamıştır. Yani Musa ve İsrailoğulları, Kenanileri kılıçtan geçirdikten sonra, Erd-i Mukaddese(Kutsal Topraklara) girmişlerdir. Davut ve Süleyman’ın savaşları ise herkesin malumudur. Mecbur olmadıkça Hazreti Muhammed(S.A.V) de savaşmamıştır. Tıpkı Musa, Davut, Süleyman ve Talut gibi. Demek ki, Peygamberimizden evvelki Peygamberler de Allah’ın dinini yerleştirmek için karşıtları ile savaşmış ve çok kan dökmüşlerdir. Hz.İsa’ya ise Yahudiler sahip çıkmamış üstelik İsa’yı dışlamışlardır. Hz.İsa’nın çevresinde Romalılarla savaşacak bir güç oluşmamıştır. Oluşsa bile Romalılar ve Sezar o zamanın çok kuvvetli bir devletidir. Onlarla savaşmak Ben-i İsrail’in tamamen yok olmasını gerektirebilirdi. Hz. Mesih bu ve benzeri nedenlerle Sezar ile savaşmamayı (Ben-i İsrail güçsüz olduğu için ) önermiştir. Yoksa müşrik ve zalim Sezar’a ve Romalılar’a bir hak tanımamıştır. Sezar, zalim ve kafirdir. Bir Hak Peygamber’in, batıla kafir ve zalime hak tanıması düşünülemez. Sezarın Hakkı Sezara sözü Mesih’e ait değildir. Hiçbir peygamber zalime ve kafire hak tanımaz. Zira Mesih Hak, Sezar batıldır. Hak, batıla hak tanımaz. Mesih’in dediği mealen şudur:

“Bu çok güçlü zalime güç yetmez. Öyleyse Sezar ile uğraşmayın.” Bu konu ile ilgili olarak www.varliktanveriler.com sitemizde “Sezarın Hakkı Sezara Tanrının Hakkı Tanrıya” başlıklı yazımızda çok detaylı açıklamalar vardır. Bu veriye göz atmanızı salık veririm.

Peygamber olarak 3 peygamber mescid (mabed) yapmıştır. İlk mescidi yapan ceddimiz Hz. İBRAHİMDİR. Mekkede’ki “Beyt-i Atik” (Kâbeyi), inşa etmiştir ve yanında musalla (namazgâh) yeri ayırmıştır kendisine. Namaz, Arapça selat demektir. Anlamı Tanrı’ya dua-niyaz yalvarış ve yakarıştır ve ayakta olur. Makamı İbrahim’e Musalla, İbrahim’in makamı musalla namazgâhtır.” Vettehizu min makam-ı ibrahime musella” (Bakara 125) Ayakta Tanrı’ya dua etme yeridir. Diğer ikisini evlatlarından Hz.Süleyman Ve Hz.Muhammed (S.A.V) yapmıştır.

Mescidi Aksa’yı Süleyman Peygamber Kudüs’te ve üçüncü olarak da Mescidi Kubayı Medine’de Hz.Muhammed (S.A.V) yaptırmıştır. Bu üç peygamber dışında

mescid (mabed) yaptıran yoktur. Musa ve İsa Peygamberler mescid (mabet) yapmamış ve yaptırmamışlardır. Hz.İbrahim ve iki oğlu İsmail ve İshak soyundan sadece 3 peygamber mescit yaptırmıştır. Bunlar Hz.İbrahim, Hz.Süleyman ve Hz.Muhammed (S.A.V) dir.

Hz.İsa Mesih(A.s) efendimiz de diğer bütün peygamberler ve Adem babamız gibi CESET VE RUHTAN ibarettir. Ruh, Allah’ın Zatı olmayıp, Allah’ın emri (Durumu halı) kadim sıfatıdır. Allah’ın ruhu emri, Adem’de ve bütün evlatlarında vardır. Eğer ruh olmasa, akıl ve düşünce olmaz. Akıl ve düşünce hayvanlarda yoktur. Sadece insanlarda vardır. O da, Allah’ın verdiği ruhtan gelmektedir. Allah, zatı ile arşın üstündedir. Emri sıfatı ve ruhu ile her yerdedir. Hz.İsa Mesih (A.S) Allah’ın ruhul kudus ile teyit ettiği yüce bir peygamberdir. Allah’ın sevgili kullarındandır.

“Ve eyyednahu biruhul kudusi” (Biz onu ruhul kudus ile teyid ettik, pekiştirdik, kuvvetlendirdik.) (Bakara 87) İşte Hz.İsa Mesih A.S, kendisini teyid eden ruhul kudusun gücü ile o olağanüstü mucizeleri göstermiştir. Gücünü ruhul kudusten almıştır. Ruhul Kudus kime gitse, o kişi çok mistik-ruhani olur ve olağanüstü mucizeler onda zuhur eder. Hz. Muhammed (S.A.V) ise, Allah’ın ruhum dediği ilk ruhtur.İlk tecellisidir, ilk taayyunu belirmesidir. Ruhul kudus ve Ruhul Emin de dahil bütün ruhların membaıdır. Güneş gibidir. Diğer ruhlar yıldızlar gibidir. Ancak ruhul kudus, ay gibi çok parlaktır ve güçlüdür. Hz.Muhammed (s.a.v)’in ruhu külli ruhdur. Bütün ruhların babasıdır. Eb-i mukaddestir (Mukaddes babadır)

Allahu Taala, kadim var olandır. Ve Allah’ın varlığı nurdur ve nurda kuvvet vardır.

“Allahu nurussemavati vel ard” ( Allah, göklerin ve yerin nurudur). (Sure-i Nur 35)

Nur olan Allah, sınırsız, kenarsızdır. Allah’ın sınırı kenarı olmaz. Sınırı olursa çevresinde yokluk düşünülür ve Allah sınırlı bir varlık olur. Sınırlı varlık da Allah olamaz. Allah için, sınır hudut kenar düşünülemez. Bu nedenle sınırsız nur olan Allah ne bedene, ne kalbe, ne de ruha sığmaz. Allah, muteal her şeyi aşkındır, yücedir. Kilisenin, Allah İsa‘nın ruhu ile zırhlandı sözünün hiçbir bilimsel akli ve felsefi değeri yoktur. Zira Allah, sınırsız nurdur. Sınırsız olan varlık, sınırlı varlıklara sığmaz. Hululiye ‘’Allah Filana girdi” gibi laflar Allah’ın sınırsızlığı karşısında imkansızdır. Ancak Allahu Taala’nın zatı, ruh- kalp aynasına yansır. Güneşin aynada göründüğü gibi. Yansıma aynaya girme değildir. Güneş bir aynaya sığmaz ama parlak aynada yansır. Bu bir yansımadır. Yansıma ayrı, hulul etme-girme ayrı şeydir. Yahudilerin ve Nasaraların(Hıristiyanların) “ Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileriyiz”(*) sözü de Allah’ın birliği gerçeğine aykırıdır. ALLAHIN SEVGİLİLERİ, Peygamberleri, velileri ve kendisine aşık aziz kullarıdır.

Böyle söylediklerine göre; demek ki bütün Yahudiler ve Hıristiyanlar hep Allah’ın oğulları ve kızlarıdır. (vay diğer insanların halına) Ayrıca hepsi kendilerince, Allah’ın oğlu ve kızı olduğuna göre, İsa Mesih’in oğul olarak ne anlamı ve kutsiyeti kalır? Her Yahudi ve her Hıristiyan bir İsa Mesih’tir! Şu da var: O zaman ibadete, sinagoglarda ve kiliselerdeki dualara ne gerek var. Zaten tüm Yahudiler ve Hıristiyanlar, İsa ve Musa gibi kurtulmuşlardır. Ne günah işlerlerse işlesinler Allah’ın oğulları, kızları ve sevgilileridirler. Her yaptıkları cinayet, zulüm, her türlü kötülük zaten kendilerine kalacaktır.

Bu kadar saçmalık ve şaşkınlıklara pes doğrusu……

Zira Allah, oğullarına ve kızlarına ve dahi sevgililerine ceza vermez. O zaman da dünyada suç, dehşet, cinayet, gasp, katil vb. tüm günahlar cezasız kalır.

( Dostoyevski’nin SUÇ VE CEZA isimli eserinde dediği gibi: “Suç varsa ceza olacaktır. Suç yoksa ceza da yoktur.“ ). Sonsuz afçılığı savunan kilise bu çelişkinin içindedir. ALLAHU TAALA İSE KESİN OLARAK ADİLDİR. AĞIR SUÇ İŞLEYENLERE CEZA VERECEKTİR.

“ Allah istediğine gadap eder(ceza verir) istediğini affeder.- Yağfirö limen yeşau ve yuazzibü men yeşau-(Allah) dilediğini bağışlar-affeder, dilediğine azap eder…”(Al-i İmran-129, Maide-18,40)

(*) "Ve kaletil yehudü vennesara nahnü ebnaullahi ve ahibbahu-Yahudiler ve Hıristiyanlar dediler ki: "Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz..."(Maide 18)

Allah nurdur, parçalanmaz ve evlatları olmaz. Allah, erkek ve dişi değildir. Yani Allah’ın cinsiyeti yoktur. NURUN(IŞIĞIN) CİNSİYETİ OLMAZ. CİNSİYET,

BİYOLOJİK VARLIKLAR İÇİNDİR. ALLAH NUR OLDUĞU İÇİN BİYOLOJİK VARLIKLAR GİBİ BÖLÜNÜP PARÇALANMAZ, BÖLÜNÜP TEKRAR BÜTÜNLEŞMEZ. BİYOLOJİK VE CİSMANİ NESNELER PARÇALANIR. ALLAH, SONSUZ NUR VE MÜKEMMELDİR. MÜKEMMEL OLANIN, SENTEZE İHTİYACI YOKTUR. O BİR MUTLAK BÜTÜNDÜR. SENTEZ KABUL ETMEZ. HEPSİ KENDİNİN TECELLLERİ VE BELİRTİLERİDİR. DENİZ VE BELİRTİLERİ OLAN KÖPÜKLERİ GİBİ. KÖPÜKLER DENİZLERDEN OLUR VE YİNE DENİZDE YOK OLUP, GİZLENİR.

”ALLAH HER ŞEYİ KAPLAMIŞTIR”

“ELA İNNEHU Bİ KÜLLİ ŞEYİN MUHİT”-(Fussilet 54)DİKKAT ALLAH HER ŞEYİ İHATE ETMİŞ- KAPLAMIŞTIR” HER ŞEY ALLAH’IN KABZESİNDEDİR.

ALLAH’IN VARLIĞI, NURDUR VE KADİM VARDIR. ALLAH BİZATİHİ MEVCUTDUR ( ALLAH KENDİLİĞİNDEN MEVCUTDUR). ALLAH İLK NEDENDİR (TÜM NEDENLERİN NEDENİDİR). O SONSUZ BİR NUR, SONSUZ KUDRET (Güç), SONSUZ, KENARSIZ MUTLAK BİR BÜTÜNDÜR. ALLAH TÜM ALEMLERİ YARATMIŞ VE HEPSİNİ İHATE ETMİŞ, KAPSAMIŞ KAPLAMIŞTIR. BU NEDENLE ALLAH, HER ŞEYİ İHATE ETTİĞİ İÇİN HER ŞEY VE HERKES ONUN ABDI-KULU KÖLESİDİR.

KÖLE- KUL, KENDİSİNİ EGEMENLİĞİ ALTINA ALAN ALLAH’ın BİR NEVİ ESİRİ VE MAHKUMUDUR.ONUN EGEMENLİĞİNİN DIŞINA ÇIKMASININ İMKANI YOKTUR. ONUNİÇİN ALLAH KURAN’DA İNSANA HİTABEN “NEREYE FİRAR” BUYURMAKTADIR. YANİ “HANGİ YÖNE KAÇSAN BEN VARIM” ANLAMINADIR. İŞTE ALLAHIN AŞKINLIĞI, YÜCELİĞİ DE BUDUR.

Kilise babaları bu şekilde Allah’ın yüce bir peygamber ve sevgili kulu olan İsa’yı ve ruhul kudusu da ilahlaştırarak bir Tanrı Üçlemesi (sentezi) yapıp sonsuz ve sınırsız nur olan Allah’ın tekliğini birliğini bozup,tekrar Romalıların çok Tanrılılık çukuruna yuvarlandılar, müşrikleştiler ve milyonlarca İsevi kardeşlerimizi de bu karanlık çok tanrılılık şirk çukuruna sürüklediler.

Aslında İsevi kardeşlerimiz masumdurlar. Bütün bu yanlışları Hıristiyan din adamları yapmıştır. Masum olan İsevi Kardeşlerimiz, bu anlattığımız gerçekleri bilmediklerinden, kendi din adamlarının yalan yanlış ortaya attıkları görüşleri gerçekmiş gibi kabul edip bilmeyerek, şirke düşmüşlerdir. Aslında Hıristiyan kitleler suçsuzdur, masumdur. Ama çağımız gerçekleri araştırma ve öğrenme çağıdır. Araştırma yapmadan kendilerine ezberletilmiş olanı söylemeye devam ederlerse kendileri de suçlu olur. Çünkü Allah, insana ruh akıl, düşünme ve araştırma yeteneği vermiştir. İşte bu yanlış öğreti sonucu Hıristiyan kitleler, Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v) ve Mesih (A.S)’nin mistik ruhani manevi yolundan zaman içinde uzaklaşmış ve cismani dünyevi zevklere yönelip şekilci olup, İsevi ruhanilikten uzaklaşmış dünyevi cismani seksi zevklere dalmışlardır. Ve bu suretle kiliseden de uzaklaşmışlardır. Hıristiyan kitleler kilislerde gerçek manevi ve ruhani bir zevk bulamamışlardır. Bu nedenle ruhani mistik zevkten uzaklaşıp maddi zevklere yönelmişlerdir.

“Ve rehbaniyyetenibtedeuha ma ketebnaha aleyhim illebtiğae ridvanillahi fema reevha hakken riayetiha- Uyguladıkları ruhbanlığı biz onlara yazmadık; Allah’ın rızasını kazanmak için yaptılar. Fakat buna gereği gibi uymadılar..” (Hadid 27)

Allahu Taala, Kur’an’da rahbaniyeti Hıristiyanlara, emretmediğini fakat onların (din adamlarının) Allah için, bu rahbaniyeti icat ettiklerini ancak, sonradan ona da uymadıklarını buyurmaktadır. Yani rahbaniyeti (dünya zevklerinden yüzde yüz uzaklaşmak, evlenmeme ve cismani konulardan tamamen uzak durma, çok az yeme- içme vs.gibi) Allah, emretmemiş ancak Rahbaniyeti de kötü saymamıştır. Rabbımız dünya zevklerinden yüzde yüz uzaklaşmanın insanlar için ağır bir yük olacağından ve insanlarında yüzde yüz dünya zevklerinden kopamayacağı için olacak ki, bu ağır yükü insana yüklememiştir. Ancak kendisine yaklaşmak için, yapan kullarını da men etmemiştir. Kur’an’ın beyanı budur. Peygamberimizin(S.A.V) ‘’Dinde rahbanlık yoktur” kutsal sözünün anlamı rahbanlık yoktur anlamına değildir. Tanrı, rahbanlığı emretmemiştir. Tanrı emretse o zaman dinde ruhbanlık olur. “Dinde ruhbanlık yoktur” bu anlamadır. Ama Kur’an’dan anlaşılıyor ki, “ruhbanlık” yapanlara da yapmayın buyurulmamaktadır. Yani bireyi bu konuda serbest bırakmıştır. Tanrı aşkına düşüp, değil bu dünyayı ukbayı da cenneti de istemeyen kullar vardır. Yani dünya ve ahiret zevkini de terk edip, sadece Allah’ın zatını ve cemalini isteyen kulları vardır. Bunlar Hak Aşıklarıdır. Bu Hz. İsa(A.S), Ruhul Kudüs, İncil ve İseviyet ile ilgili gerçekleri kitaplarımızda (Varlık, Muhammed İsa Adem, İslam’da Şeriat ve Tarikat) ve internete www.varliktanveriler.com) yüklemiş olduğumuz verilerde; İsevilerin bu açıkça anlattığımız gerçekleri araştırıp tetkik etmeleri lazımdır. Etmezlerse sorumlu olurlar.

Şimdi bir Müslüman olarak bir gerçeği açıklayacağım:

Ruhul kudus, Hz.İsa’ya teyiden gönderilmiş ikinci bir ruhtur. Onun için çok mistik ve çok olağanüstü güçlere sahip olmuştur. Kur’an’da, bu Hıristiyan din adamlarının kendilerinin icad etmiş olduğu ve sonradan uymadıkları ruhbaniyeti yaşamadıklarından ancak yaşıyor görünmekten giydikleri kisve ve davranışları ile öyle göründüklerinden, bugün Hz.İsa adına yani İsevi-ruhani yaşam diye bir şey, Hıristiyan aleminde kalmamıştır. Binde bir istisnalar hariç. İstisnalar kaideyi bozmaz diye bir gerçek vardır.

Şimdi biz Muhammedilere gelince, kendi öz eleştirimizi yapacak olursak, İslâm’daki medrese öğretisi, yüzde doksanın üstünde dünyeviliği ve cismaniliği öne çıkarmıştır. Yani medrese, İslam Tasavvufunun mistizminin maneviyatçılığının ruhaniliğinin yüzde yüz karşısındadır. Kanıtı ‘’tasavvuf medreseden tezahür etmemiştir”.“Tasavvuf tekkeden tezahür etmiştir”. Bu tarihi bir gerçektir.

Tasavvuf, ilahi sevgiyi öne çıkarmıştır. Dünyayı ikinci plana atmıştır. Tasavvuf, dünyevi ve dünya zevklerini reddetmiştir. Ancak yüzde beş-on kabul etmiştir. Tasavvufçunun gayesi fizik ötesi manevi ruhani mistik zevklerdir. İLAHİ SEVGİDİR. Gerçek tasavvufçu, yüzünü Allah’a ve sırtını dünyaya dönmüştür. Dünyayı sadece gelip geçici bir geçim kaynağı olarak kabul etmiş, aç açıkta kalmamak için emeği ile yaşamayı benimsemiştir. Hz.Muhammed’in ve bütün peygamberlerin öğretisi budur. Kur’an’ı, dört kitabı tetkik eden bunun böyle olduğunu bir zerre insafı varsa kabul eder.

Dini ve vatanı korumak ise devleti yönetenlere aittir. Dini, vatanı korumak da, zamanın teknolojisini elde etmekle mümkündür. Birey, halk teknoloji üretemez, bunu devlet yapar. Devlet, halktan yetenekli yurttaşlarını okutur. Bu yetenekli kişilere, fiziki ilimleri öğrenmeleri için gerekli bilimsel çalışma ortamını hazırlar. Fiziki ilimlere (sayısal, fenni bilimler) önem verir. Halk, sadece devlete bu teknolojiyi hazırlamak ve bu suretle dini vatanı koruması için vergi verir, askere gider. Hz.Muhammed(S.A.V) “Zamanın karşıt taraftaki silahlarının (Teknolojisinin), öğrenip yapılmasını ” emretmiştir. Ayrıca “Yazı öğrenmeyi teşvik etmiştir”

Hz. Muhammed(S.A.V) ve bütün peygamberler, basit evlerde ve hasır üzerinde oturmuşlardır. Az yiyip, az içmeyi önermişlerdir. Dünyevi ve cismani zevklerden elden geldiğince uzak durmuşlar ve kendilerine inananlar da öyle yapmak istemişlerdir. Ancak bütün kitabi dinler, çalışıp kendi kazançlarının emeklerinin alın terlerlerinin karşılığı ekmeği yemeyi önermişlerdir. İslam’da dini, vatanı korumak için devlet zengin olacaktır.

Hiçbir peygamber, zenginliği safahatı lüks yaşamı önermemiştir. Dört kitap meydandadır kardeşlerim. Bu anlattıklarımdan ötesi safsatadır. Dünyacılık, Maneviyattan uzaklaşmaktır. Allah, Kur’an’da,

“Vellezine amenu eşşeddu hubben lillah” (Müminler(Müslümanlar), Allah’ı çok şiddetli (çok aşırı) severler. Bakara 165)buyurmaktadır. Yani müminler, Allah’ı (çok çok) severler. Allah çok şiddetli bir şekilde sevilecektir. Hz.Muhammed (S.A.V)’de, bütün peygamberlerde bu Tanrı sevgisini önermişlerdir. İsa Mesih A.S.’da “Tanrıyı bütün varlığınızla sevin” buyurmuşlardır. Allah’ın dinin, dört kitabın özü de budur. Ve Hz.Mevlana Celaleddini Rumi ;

“Aşkest tariki rahi Peygamberima-“ Bizim sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed(S.A.V)’in yolu, rahı “AŞK’dır.”

buyurmaktadır.

Not: Bizim sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed(S.A.V)’in dokuz kadını olduğu doğrudur. Ancak ilk hanımı Hatice Annemiz 40 yaşlarında bir dul kadındır. Onunla 25 yaşında iken evlenmiş ve 53 yaşına kadar başka kadını olmamıştır. Hatice Annemizin vefatı ile aldığı kadınlardan iki tanesi gençtir. Birisi Ayşe Annemiz diğeri de Maria annemizdir (Hıristiyan kökenlidir). Diğer 6 hanımı ihtiyar, dul ve yoksul kadınlardır. Bazıları da aşiret reislerinin kızları veya onlara yakındır. Belki de İslam’ın zuhurunda onları maslahat icabı kendisine nikahlamıştır. Hatice Annemiz ve Maria Annemizden başka kadınlarından çocukları olmamıştır. Yalnızca 2 kadından evladı olmuştur. Belki de diğer kadınlarla hemen hemen beşeri bir ilişkisi yoktur. Kilise, daima Peygamberimizin (S.A.V) çok kadın aldığını, onun dünya zevkine düşkün olduğunu vurgulamaktadır.

Allah’ın son Peygamberine(S.A.V) iftira etmektedirler. Korkuları vardır. O da şudur:

Hz.Muhammed, Hz.İsa’yı Mesih (arındırıcı, iç arınma) olarak nitelendirmekte, O’nun bütün mucizelerini açık yüreklilikle açıklamakta yüce bir peygamber olduğunu ilan etmektedir, Meryem Annemizin kutsal bakire olduğunu ve Yahudilerin bir kısmının O’na iftira ettiğini de açıklamıştır. İncil’in Allah’ın kitabı olduğunu ve Onun da Kur’an Tevrat, Zebur gibi “NUR”olduğunu bütün içtenliği ile açıklamıştır. Allah’ın; Meryem, İsa ve İncil’e ait kendisine bildirdikleri kutsallık ve yüceliklerini bütün içtenliği ile açıklamaktadır, O yüce ve Hak Peygamber Hz.Muhammed(S.A.V) Efendimiz.

Hazreti Muhammed (S.A.V.) ve Kur’an’ı Kerim kadar İsa Mesihi, Meryemi ve İncili hiçbir kimse bu kadar yüceltmemiştir. Bir gerçek İsevinin, sadece Kur’an’daki Meryem Suresini okuması kafidir. Ayrıca Kur’an ve Hz. Muhammed(S.A.V), Nasranilere (İseviler) bir çok ayrıcalıklar kolaylıklar tanmış Nasranileri insanlar arasında Müslümanlara sevgide yakın”olarak nitelemiştir. “ İnananlara sevgice en yakınları da “Biz Nasara’yız-Hıristiyanlarız” diyenleri bulursun( Maide 82)

Ve Kur’an’da şu ayet de vardır.

“Velatücadilü ehle’l kitabi illa billeti hiye ahsen –Kitap Ehliyle en güzel şekilde tartışın "(Ankebut 46)Ehli kitapla mücadele etmeyin. En güzeli müstesna” yani güzel güzel tartışın kavga etmeyin.

İŞTE KORKULARI BUDUR. Bunları Hıristiyan kitleleri öğrenirse İsevilerin içlerinde Hz.Muhammed’e (s.a.v) sevgi oluşur. O’na sempati duyarlar ve O’na temayül ederler endişesi ile hep hakaret ve iftiralar etmişlerdir. Hz.Muhammed’i ve Kur’an’ı karalayarak, İsevilerin Hz.Muhammed’e ve Kur’an’a meyletmelerini engellemeye çalışmışlardır. Hala da bu çirkin iftira ve hakaretlerine devam etmektedirler. Bir İsevi, Hz.Muhammed’i (s.a.v), Kur’an’ı, İslam Tasavvufunu , Muhammedi olan Mevlana, Yunus Emre ve İslam tasavvufçularını ve kitaplarını okur ve incelerlerse bu söylediklerimizin doğru olduğuna, benim objektif hareket ettiğime, icabında kendi öz eleştirimizi de kesin bir dille yaptığıma kanaat getirecektir. Bizde de kisve şekilcilikle kendini mistik ruhani gösterenler vardır. Tıpkı Hıristiyan din adamlar gibi. Bizde bunlara müteşeyyihler (Şeyhlik- evliyalık taslayan) denir.

Not 1: Birden fazla kadın almak Hz.Muhammed’e (S.A.V) mahsus değildir. Diğer Peygamberlerde de vardır. Hz.Yusuf ve kardeşi Bünyamin’in anneleri birdir. Yakup’un diğer on oğlunun anneleri, başka başka kadınlardır. Yakup’un üç beş kadınla yaşadığı tahmin edilmektedir. Biz Muhammediler demiyoruz ama, İseviler ve Yahudiler Hz.Davud’un doksandokuz karısı olduğunu kesin bir dille söylemektedirler. Hz.Süleyman’ın ise çok çok kadınlarla yaşadığı herkesin malumudur. Hz.İbrahim’in, iki kadınla aynı anda yaşadığı (Sara ve Hacer Hatunlar) kesindir. Sara’dan İshak, Hacer’den İsmail doğmuştur. Hz.Muhammed (s.A.V), İsmail soyundandır.

Bunları niçin söylüyoruz: İsevilerin ikide bir Hz.Muhammed’in(S.A.V) birden çok kadınla yaşadığını ortaya atıp yüce peygamberimizi kötülemeye çalıştıkları için yazıyoruz. İbrahim Yakup, Davut, Süleyman ve bazı peygamberler, çok kadın alabilir, Hz.Muhammed (S.A.V) alamaz diye bir kural mı vardır? Bu şekilde aynı ithamı bu adı geçen peygamberlere de yapmış olmuyorlar mı?

Not 2: İseviler ve Yahudiler, Kur’an’ın, İncil’den ve Tevrat’dan alıntılar olduğunu ikide bir söylerler. Yahudiler ise aynı sözü İsa ve Havariler içinde söylemektedirler. Yani Yahudi Hahamlarına göre İncil, kısmen Hz.İsa ve çoğunlukla Havariler tarafından Tevrat’dan alıntılardır. Daha da öte hahamlara göre İncil, tamamen havarilerin uydurmasıdır. Hahamlara göre, Tanrı’nın tek kitabı Tevrat’dır. Başka kitap yoktur. Böyle derler ama Davud’un Zeburunu da kabul ederler. Acaba Davut’da, Tevrat’dan mı alıntı yaparak Zeburu yazmıştır. Şimdi ehli kitap olan, Tanrı’yı “BİR” bilen kardeşlerimizden bir şey rica edeceğim: Gelin bu safsataları bırakın. Şöyle ki: Dört kitap tetkik edildiğinde (Kur’an, İncil; Zebur, Tevrat) görülecektir ki; dördünün de içeriği ilahiyat ve maneviyat olarak birdir. Bazı nüans farkları olabilir, bu önemli değildir. Dört kitabın içeriği de, evrenin yaratıcısı Allah’ın “BİR VE TEK” olduğunu vurgulamaktadır.

Allah nurdur. Allah’ın oğlu kızı olmaz. Nur parçalanmaz bir bütündür ve Nur’un sınırı yoktur ve dört kitap Tanrı’nın tekliğinden sonra metafizik (Ahiret) soyut gerçeklerden bahsetmektedir. Ruh, melek, cin, şeytan cennet ve cehennem vb gibi. Bu konuda dört kitabın içeriği birdir. Ölümden sonra ruhani yaşam olduğunu dört kitap da beyan etmektedir. Emir ve yasaklar helal ve haramlara gelince aşağı yukarı dört kitabın bu konudaki içeriği aynıdır. Hz.Musa’ya verilen “10 emri” üç kitabi dine inanlar da kabul etmiştir. Öyleyse üç dinin de içeriği birdir. Zaten başka türlü de olamaz. Allah, gerçekleri bütün Peygamberlere aynı şekilde bildirmiştir. Şimdi ricam bu ki; özde üç dinin muktesabatında ortaklık vardır. Eğer bu üç dinin salikleri (yolcuları) içerikte birleşemezsek bir Orhan Hançerlioğlu ve benzeri çıkar; Düşünce Tarihi namı altında olayları ters yüz edip işi ataeizme ve materyalizme bağlar. Şöyle ki;

Bu materyalist düşünce tarihi yazarlarına göre,

“Muhammed(SA.V), Kuran’ı İncil’den, İsa ve Havariler, İncili Tevrat’dan alıntılar yaparak yazdılar. Musa’da Tevrat’ı bir çöl aliminden öğrendi” der. On emrin birkaç maddesini de, Hamurabi kanunlarından alıntı olarak gösterir. Yüzlerce sayfa olan Tevrat’ın, Zebur’un , İncil’in ve Kuran’ın diğer gerçeklerini ortadan kaldırmaya çalışır. Orhan Hançerlioğlu’na ve benzeri materyalist düşünce tarihçilerine göre iş bu kadar basittir. Koca dört kitabı Hamurabi’den kalma bir iki maddeye bağlamaktadır (Kısas ve hırsızın elini kesmek gibi) Bunların Hamurabi kanunları olduğu da kesin bir şekilde bilimsel olarak ispatlanamamıştır. İki kere iki dört eder gibi kesin bir tarihi vesika yoktur. Bazı tarihçilerin bazı ibareleri kendilerine göre yorumlamaları ve aklı zorlamalarıdır, o kadar.

Orhan Hançerlioğlu’nun “Musa bunları bir çöl âliminden öğrendi” deyip “O çöl alimi” dediği kişinin, Musa’nın kayınpederi ŞUAYB PEYGAMBER olduğunu bildiği halde kitabına almaması doğrusu dikkat çekmektedir. Acaba bu kendisini, bir düşünce adamı olarak göstermeye çalışan Orhan Hançerlioğlu’na ne kadar yakışmaktadır. Orhan Hançerlioğlu ve benzeri ateist ve materyalistlerin, “Düşünce Tarihini” okuyan kardeşlerimizin dikkatini çekerim. Onun için diyorum ki; Gelin Ey semavi dinlere inanan ve Allah bir diyen kardeşlerimiz ortak muktesebatımızda birleşelim. Ateistlerin ve materyalistlerin ekmeğine yağ sürmeyelim.

Dikkat: Elimizde 3700 senelik İbranice yazılı Tevrat-Tora isimli bir kitap var. Bu süre az bir zaman değildir. Nedense tarihçiler, böyle yazılı büyük-kalın bir kitabı tarihi vesika olarak, pek göstermiyorlar gibi. Bunun cidden üzerinde düşünülmesi gerekiyor. Yani insanlığın elinde, yazılı 3700 yıllık bir kitap var; öyle bir mağara duvarındaki yazılara, resimlere, çivi yazılarına benzemeyen yüzlerce sayfalık bir kitap; bu az bir tarihi belge değildir. Herhalde kutsal kitap olduğu için pek önemsemiyorlar. Halbuki Tevrat’ta tarihten bir çok kesitler var, öyküler var.

Not 3: Kur’an’da zina eden kadının recm edilmesine dair bir ayet yoktur, Tevrat da vardır denilmektedir. Recmin anlamı taşlamak demektir. Kur’an’daki ifadesine göre kovulmak anlamındadır. Allah Şeytan için “ Kale fehröc minha feinneke recim-“ (Allah): öyleyse çık oradan (cennetten-meleklerin içinden çık) dedi.Çünkü sen kovuldun.”(Hicr 34) Recm-çık (cennetten) sen recm edildin, dindeki anlamı kovulmak anlamındadır. Eğer Tevrat da, ayet olarak da varsa anlamı budur. Mecazi anlamdadır. Yoksa Allah, bir taş alıp ta şeytana atmış değildir. Kadınlar için anlamı şu olabilir. Apaçık fahişelik yapan bir kadının taşlanmasını (kovulmasını-boşanmasını) zina eden kadının, kocasına tanımış olmasıdır. Hırsızın elini kesmede illaki kelime anlamında olmayıp hırsızlığın yolunu kesme, hırsızlığı önleme anlamında, sosyal tedbirler alınması gibi de yorumlanabilir. Örneğin Hz. Ömer hırsızların elini kesmeyip onlara Beytül Maldan (devlet) hazinesinden nafaka-maaş- bağlayıp hırsızlığı önlemeye çalıştığı gibi.

Not 4: Sanki materyalistlerin “düşünce tarihi” Hamurabilerden başlıyormuş gibi onlardan evvel düşünce adamları ve peygamberler yokmuş gibi bir tavır sergilenmektedir. Tevrat da bir iki yasak Hamurabi kanunlarına benzeyebilir. Hamurabi kanunlarındaki bu bir- iki madde , Musadan önceki Peygamberlerde örneğin; Yusuf, Yakup, İshak, İsmail, İbrahim, Nuh ve İdris Peygamberlerden esinlenmiş olabilir, bu Hamurabi kanunları dedikleri.

Not5: Tasavvuf yalnız İslam’a mahsus değildir. Tasavvuf Hz.İbrahimden beri vardır.Tasavvufu (Ruhaniliği) da istismar edenler çoktur. Yer yer yozlaştırılmıştır da. Ortalıkta Tasavvufçu (Mistik ruhani geçinen) çoktur. Nedeni, velilik ve azizliğin çok kıymetli olmasıdır, altın gibi. Altının sahtesi çok olur. Demirin bakırın sahtesi olmaz. Çünkü Allah’ın ve halkın gözünde Nebilik, velilik, azizlik çok kıymetlidir. O nedenle sahtesi bol olur. Tabi bu sahte veliler azizler(Ruhani mistikler) camiden de, kiliseden de, sinagogdan da, manastır ve tekkelerden de bol bol çıkar. Çaresi de yoktur. Altın suyuna batmış bakırları da önlemenin yolu erbabına baş vurmaktır. Örneğin sahte altını erbabı olan kuyumcular bilir. Gerçekten yüzünü Tanrıya sırtını dünya ve zevklerine dönmüş bir ruhaninin örneği bizde Yunus Emre’dir. Yunus Emre’yi de erbabı bilir. İnsanoğlunun, her şeyi istismarını önlemenin yolu da bir türlü bulunamamaktadır. Yeryüzünde insan olduğu müddetçe her şeyin gerçeği de sahtesi de bulunacaktır. Şöyle de bir görüş vardır:

Her şey zıddı ile kaimdir (Her şey zıddı ile bilinir) kural da budur. Allah Hakkı arayanların yardımcısıdır. Çünkü Hak (Gerçek) olan Allah, gerçeği gerçekten arayanları sever. Ve ona gerçeği, kendisini bulması için yardım eder. Az da olsa her zaman hakkı (Gerçeği Rabbı) arayanlar ve bulanlar vardır.

“Rahmanı rahmandan haberdar olandan sor” ”Errahmanu fes’el bihi habira“ (Furkan 59) –Rahmanı, Rahmandan haberdar olandan, öğrenmekten başka yol yoktur. Öğretmen-öğrenci ilişkisinin önünü kesmek içinse hiçbir yol bulunmamaktadır. Öyleyse “Tasavvuf Öğretisi” kıyamete kadar devam edecektir.

Yahya Kemal’in şiir için söylediği gibi:

“Sönmez ta seheri haşre kadar şiri kadim

Bir meşaledir devredilir elden ele”

“BİR İNSANI HAKSIZ YERE ÖLDÜREN (HAYATINI YOK EDEN) BÜTÜN İNSANLARI ÖLDÜRMÜŞTÜR. BİR İNSANI DİRİLTEN (HAYATINI KURTARAN) İSE BÜTÜN İNSANLARI DİRİLTMİŞTİR (HAYATINI KURTARMIŞTIR).”

ALLAH VE HZ.MUHAMMED’İN (s.a.v) görüşü budur. (Kur’an-ı Kerim Maide 32)

Bu konu Rufai Külliyatı (3 Cilt) de ve www.varliktanveriler.com da yer alan 68 nolu “ Hz.İsa’ya Atfedilen Sözler” isimli verimize ek olarak yazılmıştır. Anılan verilerin okunması , okuyucular için faydalı olacaktır.

27 KASIM 2006

KAZIM YARDIMCI/ADIYAMAN/TÜRKİYE

Not:Bu yazı yazarın sürekli olarak yazı yazdığı "Adıyamanda Bugün" isimli yerel gazetede 1 Aralık 2006 tarihinde yayınlanmıştır.

Paylaş: