Var Nedir ve Birtek Vardan Başka Var Var mıdır?

“Var olan, varlığını ispat edendir. Var olan, varlığını gösterendir."

Varın varlığını isbatı, kendisini bir yandan göstermesi ve etkilemesi ile olur. Kendimize ve çevremize baktığımız zaman, bir varın var olduğunu ve çevremizi altı yönden kuşattığını apaçık görürüz. Ayrıca gördüğümüz varı ve Onun belirtileri olan nesneleri, gökte ve yerde olan nesneleri hem görür, hem düşünürüz. Demek ki bir varın var olduğunu hem görüyoruz, duyuyoruz, hem de düşünüyoruz. Mesele Varı kabul etmemizdir. Varın var olduğu güneş gibi meydandadır. Var vardır ve sonsuzdur. Öyleyse yok yoktur. Çünkü yoktan var olmaz, var da yok olmaz. Var olursa yok olmaz, yok olursa var olmaz. Varın varlığı isbatlı olduğuna göre, yok diye bir şey yoktur. Yok kelimesi gramerlerde vardır ve âlet bir kelimedir. Varı, daha kuvvetli belirtmek için bu kelime icat edilmiştir.

“Nefsini bilen, Rabbini bilir.” “Ya Rabbi, bana eşyanın mahiyetini- cevherini, aslını göster" Peygamber sözü, konumuza ışık tutar ve bizi gerçeğin özüne iletir. Eşya - şeyler, taayyünler -beliren nesnelerin aslı nedir? Yüce Peygamberimiz, “Ya Rabbi! Bana eşyanın aslını göster" diye dua edince, Yüce Tanrı Ona “yukarı bak" dedi. Peygamber yukarı baktığında; Melekût bir daire, Ceberut bir daire ve varlığın kaynağı Lahut bir daire olarak kendine göründü. O zaman, o çok anlayışlı Peygamber anladı. Yerden bir taş aldı, kırdı. İyice kırdı, ufaladı, avucunun içine koydu baktı. O taşın küçük küçük daire şeklinde zerreciklerden meydana geldiğini gördü ve gerçeği Rabbının yardımı ile öğrendi. Bunun üzerine her şeyin aslının olduğu gibi, insanın da küçük birer daire şeklindeki zerreciklerden- atomlardan- meydana geldiğini anladı. Bunun üzerine: “Kendini bilen, Rabbini bilir” dedi. Yani aslını. O büyük Peygamber, her nesnenin O büyük var, her yöne yayılan, sonsuz varın belirtileri olduğunu ve eşyanın aslının Tanrı olduğunu kesinlikle bildi. Bu bilgiyi sözü edilen Hadis ile beşeriyete açıkladı. Demek ki; küçük veya büyük her nesnenin asli cevheri daire şeklindeki küçük zerreciklerden meydana geliyor vecevher mutlak var Tanrı oluyor.

Daire 360 derece, başı sonu yok. Büyür, sonsuza gider, küçülür sonsuza gider. Şimdi çevremize bir bakalım: Kâinatı büyük bir daire olarak görürüz. Öyleyse nokta da küçük bir dairedir. Demek ki daire büyük bir nokta, nokta da küçük bir dairedir. Pi sayısı da bunun isbatıdır. En küçük daire olan noktanın ve en büyük nokta olan dairenin, hatta evren’in çevresini çapa bölsek aynı pi sayısını verir.

Atom en küçük parça. Bu çok önemli. Atomu ilk sebep kabul eden Eflatun ve onun etkisinde kalan Maturidi ve Eş’arinin yanılmış olduklarını, Muhiddin-i Arabi, Abdülkadir Geylâni, Seyyid Ahmed er Rufai, Celaleddin-i Rumi ve tüm Tasavvufçular iddia etmişler ve bugün atomun bölünmesi ile bu ilk sebep teorisi ve dolayısıyla Maturidi - Eş’ari felsefesi, ekolu iflas etmiştir. Çağın bilimi, İslâm Tasavvufçularını haklı çıkarmış ve ilk sebebin atom olmadığını isbatlamıştır. Gerçek su yüzüne çıkmıştır. İslâm bilginleri ilk sebebin Tanrı’nın ilk belirtisi, Tanrı’nın Yüzünün Nurundan, yani Zâtından peyda ettiği büyük Muhammedi Ruh olduğunu açıklamış ve isbatlamışlardır. En küçük parça atom bölününce, Maturidi ve Eş’ari’nin iddia ettiği gibi yok olmamış, tersine büyümüş ve sonsuza açılmıştır. Bu da; hiçbir şeyin “adem” yokluktan yaratılmadığını ve nesnelerin aslının Nur - Işık, elektrik olduğunu isbatlamıştır.

Varın kenarı olmaz, var sonsuzdur. Eğer varın kenarı olsa, onun bittiği yerde yokluk düşünülür ki, yokluğu akıl mantık ve bilim kabul etmez. Yok yoktur. Bunun en güzel ifadesi şudur: “Var vardır, yok yoktur”. Lâ İlâhe İllallah’tan maksat da budur. Lâ, yok’u, nefi, illa varı isbat eder. Onun için bu güzel kelimeye nef-i isbat denir.

Daire bir bütündür, dairenin başladığı ve bittiği nokta olmaz. Dairenin her noktası hem başlangıç, hem de bitim noktasıdır. Bunun gibi, varın da başı sonu olmaz. İlk de O vardır, son da. Var ezeli ve ebedidir. Varın kenarı olmaz. Kenarı olsa yokluk başlar, yokluğu bilim kabul etmez. Öyleyse var eşsiz birdir. Mutlaktır ve sonsuzdur. Birdir, çünkü varın kenarı olmadığı gibi, bölünmesi de mümkün değildir. Var bir bütündür, bölünse yine sınırlanır, sınırlanırsa yokluk kabul edilir. Yani yokluk başlar. Yokun olmadığı isbatlı olduğundan, var bütündür, kenarsız, sonsuz ve eşsizdir, bir tektir.

Şeyler -nesneler-, bir tek varın içinde, ondan ayrılmadan ve onun üstünde görülen geçici varlıklardır. Denizin üstündeki köpükler gibi. Köpükler sınırlı, büyük ve küçük hallerde boldur. Ancak, hepsi denizdendir ve deniz onları çepeçevre kaplamıştır. İki köpüğün arasında onları birleştiren ve onları yaratan deniz vardır. Bizi şaşırtan, nesneler ve şekillerdir. Bunlar, hep O varın (bir tek) çeşitli belirtileridir. Hiç bir şey yoktur ki onların arasında yokluk olsun. Biz boşluğu yokluk zannederiz. Aslında, boşluk dediğimiz yerde illa bir şey vardır. Hava kürecikleri, gözle görülmeyen gazlar ve benzeri gibi…

Var birdir, eşsiz birdir, yani bir tektir. Örneği: her şeyin bir benzeri, eşiti veya eşdeğerlisi vardır. İnsan birdir, ağaçlar ve nesneler birer birerdir. Fakat başka insan, ağaç ve başka nesneler de vardır. Ama kenarsız var olan Tanrı’nın eşi yoktur. Tanrı hem birdir, hem de eşsiz, benzersiz tektir. Nesneler çoktur, fakat nesneleri kendinden kendi nefsinden peyda edip, şekil ve suret veren mutlak ve sonsuz var olanTanrı tek’dir, birdir.

Yukarıda; daire bir nokta, nokta ise küçük bir dairedir denildi. Geometride de nokta ile dairenin formülü aynıdır. Pi sayısı bunun delilidir. Vücut bir noktadır, büyür sonsuza gider, küçülür sonsuza gider. Yok olmaz. Çünkü yok yoktur. Nesnelerde bir kapanıp açılma, yumulup çözülme vardır. Düz bir yere bir bardak su döksek, açılır geniş bir sahayı kaplar. Toplasak, yine bir bardak sudur. Varlığında büyüyüp küçülmesi ile artma ve eksilme olmaz. Sıkleti aynıdır. Yoktan da var olmaz ve var yok olmaz. Varın varlığı isbatlı olduğuna göre, öyle ise yok yoktur. Çünkü varın kenarı olmaz. Kenar kabul etsek, sonra yokluk başlar ki; yoku akıl kabul etmez.Yok diyoruz, ötesi kaldı mı?...

Yok denen şey olur mu? Yok denen şey olsa, o da bir şey, yani var olur. Demek ki ne varsa varda var. Bir varlık var ki; düşünüyoruz ve konuşuyoruz. Yok olsaydı, ne varlık olurdu ve ne de biz olurduk, ne düşünen, ne düşünülen, ne konuşan, ne de konuşulan… Bu hareketler, bu renkler, bu hayat, bu ses seda, bu düşünüş, bu heyecan ve zevkler olmazdı. Yoku kabul etmek, ikinci bir var aramaktır ki; bu imkânsızı imkânlı kılmaya kendini zorlamak olur. Bir nevi delilik, şaşkınlıktır. İki var olmaz. Var ikiliği red eder. Çünkü varın kenarı olmaz, var sonsuzdur. Var bölünmeyi de kabul etmez. Bölünse sınırlanır. Mutlak varın, nesnelerin özü mutlak çekirdeğin kenarı olmaz.

Sonsuzluk… İşte bu Ulûhuyettir, Tanrılıktır. Her nesne, tek tek noktalardan meydana gelmiştir. Deniz binlerce su damlalarından, madde binlerce atomdan, insan binlerce hücrelerden ve benzeri… meydana gelmiştir. Hangi şeyi zerrelerine ayırsak, teker teker hep birer noktadır. Yağmur birer birer yere düşer, her yağmur damlası bir daire çizer ve sonsuza gider. Yıldızlar dediğimiz zaman, onlarda bir birlik görürüz ve yıldız âlemi akla gelir. Ev , hayvan, insan, ağaç dediğimizde onlarda bir birlik görürüz, birerden hep küme küme...

Bir insan, evine “bu benim evim” der. Halbuki; evin çocukları da evin hanımı da “benim evim” der, hizmetçiler de “evim” der, o evdeki kedi de “evim”, fare de “evim” der. Tanrı da öyledir. O hiç kimsenin değil, herkesin, her nesnenin Tanrı’sıdır. Hepsi onun Rahmet kubbesinin altındadır. Herkesi görüp gözetir, herkese niyetine göre verir, esirger, yardım eder. Biz biribirimize düşeriz, kötülük ederiz. O hiçbir yaratığından vazgeçmez. Nasıl vazgeçer ki, onlar ister ulvi, ister süfli olsunlar hep kendisinin Cemâli ve Celâli tecellileri, taayyün -belirti-leridirler.

Paylaş: