Vahdetül Vücud-Vahdetül Şuhud-Panteizm Kelamcılık Masonluk (1)

VAHDETÜL VÜCUD- VAHDETÜL ŞUHUD- VAHDETÜL MEVCUD-PANTEİZM-KELAMCILIK VE MASONLUK

VAHDETÜL VÜCUD

‘’İlk ve son dış ve iç o (Allah) dır. Ve o her şeyi bilir. (O Allah Alimdir- bilendir.)’’ (Hadid-3)

Adem su ile balçık arasında iken ben var idim. (Ruhum var idi)( Hadisi Şerif)

Ben Allah’tanım (Ruhum) müminlerde (Ruhlarıda) bendendir. (Hadisi Şerif)

Muhammedi (Ruhunu-ilk ruh) yüzümün (zatının) nurundan halk ettim.(Yaptım) (Halk etmenin sözcük anlamı yapmaktır.) Hadisi Kutsi.

Allah önce Hz.Muhammedin ruhunu cemalinin nurundan halketti-yaptı. Onun nurundan da arşı halketti-yaptı. Arşın nurundan da diğer bütün her şeyi mertebe mertebe halketti-yaptı. (Seyyid Abdulkadir Geylani’nin Sırrül Esrar kitabı)

“Allah göklerin ve yerin nurudur.” (Nur-35)

“Maşallah la kuvvete illa billah- Allah istemiş Allah’tan başka kuvvet (Kuvvet-enerji) yoktur.” (Kefh-39)

Allah sınırsız nur denizidir. Şeş cihet(Altı yön) sınırsız nurdur.(Mevlana Celalettin Rumi)

“Allah her şeyi ihate etmiştir(kapsamış-kaplamıştır)”. (Fussilet-54)

“Allahın zatından başka her şey helaliktir-tükenir”. (Kasas-88)

“Allah hay ve kayyumdur”. (Bakara-255, Âl-i İmran-2)

Hay: canlı-diri kayyum daimi duran-kaybolmayan tükenmeyen anlamları taşır.

Yukarıdaki ayetler hadisler ve velilerin sözleri hep ezeli kendiliğinden var olan ilk varlığı varlığın nasıllığını sonsuzluğunu (İki sonsuz sınırsız olmaz) birliğini, tekliğini belirtmeye eşyanın aslının mahiyetinin ne olduğunu belirtmeye çalışmaktadır. Allah insanı topraktan yarattığını beyan buyurmuştur. Peki toprak neden yaratıldı.? Dünyadan. Dünya neden? Güneşten. Güneş neden? Allahtan. (Güneş nur, ışık ve enerjidir.) Kuvvet güçtür. Nur- ışıkta, ısı vardır, renkler vardır. Bütün elementlerin kaynağı güneştir

“Göklerin ve yerin nuru Allah’tır.’’ (Nur-35)

Nurun örneği- kapalı bir odadaki misbaha- ışığa benzer o ışık bir camın içindedir. O cam(Ampul ve fanus gibi) parlayan yıldızlar gibidir..... Bir şeye temas etmeden yanar durur(Parlar) nur üstüne nurdur, çok çok nurdur. Büyük sonsuz bir denizin üstündeki milyonlarca köpüğü görüyoruz. Bazen deniz hortum yapıyor; yani fışkırıyor. Sanki deniz tecelli ediyor. Bu milyonlarca köpük denizden var oluyor. Yani önce yokken deniz onları ihtas (önce yokken var ediyor- ama (yokluktan Ademden değil ) yokluktan var olmaz. Muhtes ayrı, yokluk- ayrı. Gerçek olan mevcut varlıktır ve kadim var sonsuz sınırsızdır. Öyleyse madum-yokluk olmaz. Yokluğu kabul edersek Allah’ın vücudunu- varlığını- sınırlamış oluruz. Sınırlanırsa o zaman Allah’ta mahluk-cisim- madde olur. Şekil alır. Çünkü muhtes olan, cisimler maddeler sınırlıdır. Kadim vücud Allah nur ve kuvvettir ve sınır kabul etmez. İki sınırsız olmaz öyleyse kadim varın varlığı zorunlu olduğu gibi birliği –tekliği de- zorunludur. Varlık bir tanedir ve sonsuzdur.(Allah) sınırsız olduğundan, yokluk diye bir şey olamaz.

Denizin üstündeki köpükler hep denizden sonradan olmuştur. Sonrada denizde yok olacaktır. Köpükler milyarlarca.... çoktur.(çokluk alemi) ve sınırlıdırlar ama hepsi denizden olmuştur. Yapıları(asılları) denizdir, sudur, denizde sudur, köpükte sudur. Denizden fışkıran yüzlerce metre uzunluğundaki hortumunda aslı denizdir, sudur. Köpükler ve hortumlar dalgalar denizin türlü taayyün- görüntü- ve belirtilerinden başka bir şey değillerdir. Gelip geçicidirler ama deniz daima var olandır. Bu konuları ‘’VARLIK’’ isimli kitabımızda çok ayrıntılı olarak bulabilirsiniz. İşte buna ‘’Vahdetul Vücud’’ vücud birliği -tekliği deniyor. Kaynaklar yukarda gösterildiği gibi Kur’an Hadis, hadisi kutsiler ve Abdülkadir Geylani ve Mevlana Hazretleridirler.

Bütün tasavvufçular (zaten tasavvuf vücud birliği bilgisidir) bu vücud birliğini kabul etmişlerdir. Hazreti Ali kolundan olsun Hazreti Ebubekir kolundan olsun (Muhammed Nakşibendi, Beyazıdı Bestami, Yusufu Hamedani Ahmet Yesevi de vücut birliğini (varlığın birliği) kabul etmişlerdir.)

Hazreti Ali kolundan olan (Cüneydi Bağdadi, Sırrı Sakati, Seyid Abdulkadir Geylani ,Seyyid Ahmet Rufai, Hasan Şazeli, Muiddini Çeşdi, Kubreverdi, Suhreverdi ve Muhyiddini Arabi Mevlana Celalleddini Rumi. Hepsi varlığın birliğini beyan ederler..)

Muhyiddini Arabi’nin evveli de yukarıdaki büyük mutasavvıf Arif velilerdir. Muhyiddini Arabi de yukarıya aldığımız Ayetler Hadisler kendinden evvelki tasavvuf bilginlerine bilhassa Seyyid Abdulkadir Geylani’nin vücud birliği görüşlerine dayanmaktadır. Yani vücud birliğinden (Vahdetül Vücud) daha kendinden evvelki mutasavvıflar da söz etmişlerdir. Ancak Muhyiddini Arabi(1165-1239) Hazretleri, bu ‘’Varlık, Varlığın Birliği’’ konusunu fazla irdelemiş, bu konuda çok söz etmiş, detaylı bilgi verdiği için (Füsusul Hikem isimli Kitabında) Varlık Birliği konusunu sanki Muhyiddini Arabi icad etmiş gibi sanılmakta veya öyle gösterilmeye çalışılmaktadır.

Hayır, Hayır! Tasavvuf denince karşımıza ilk çıkacak konu Vahtedül Vücud (Vücut-Varlık ) birliğidir.

Buna tasavvufta teklikte çokluk, çoklukta teklik denir ve arifler; mutasavvıf arif veliler bunun izahını yapar. Tasavvufun bundan sonraki kısmı seyri sulük- fenafi Pir- Fenafi Resul ve Fenafillah-Bekabillah ve Kurbiyet-Vuslat- Aşk (İlahi Aşk) konuları ve gerçekleridir. Bunlar, Tekke-Tarikat-Zikir-Rabıta-Mürşid ve Mürit ilişkileri ve konularıdır. Vahtedül Vücud, ledunni ilme girer.(Marifet-Hakikat İlmi) İLAHİ İLİMDİR, İRFANDIR. ŞİMDİ BU VARLIK-BİRLİK KONUSUNU AÇMIŞKEN ŞUNU BELİRTELİM. BU KONUNUN ANA SORUSU ŞUDUR:

Eşyanın-şeylerin mahiyeti aslı nedir? Her bir nesnenin, maddenin aslı nedir? Her bir nesneyi-maddeyi-cismi moleküllerine ayırıp, molekülleri de atomlarına ayırıp, atomları da parçalarsak, o en küçük parça atom yok olmuyor. Işığa-enerjiye dönüşüyor. Yok olmuyor. Büyük ve kadim-kendiliğinden var olan Nur ve Kuvvet güç olan ezeli sonsuz sınırsız vara karışıyor. Tıpkı denizdeki, köprülerin patlayıp tekrar denize karıştığı gibi. Peki ilk varın mahiyeti, aslı var mıdır? Hayır ilk ve sonsuz varın mahiyeti yoktur. İlk var hem var olandır .hem de mahiyettir, asıldır. Yani ilk ve nur olan var, bizatihi kendiliğinden var olandır. O her nesnenin aslıdır, özüdür. Nesnelerin alemlerin-evrenin hepsinin mahiyeti sınırsız var olandır. Bizatihi var olan ise yaratık değildir, her şey O’ndan kendi nurundan yaratılandır. Deniz ve üstündeki milyarlarca köpük gibi. Köpüklerin aslı ve özü denizdir. Nesnelerin, alemin aslı-özü ise kadim ve sınırsız nur ve güç olan Allah’ın nurudur. Allah nesneleri bir kabze nurundan tekasüf(yoğunlaşma) ettirerek yapmıştır.

Köpükler, nesneler, yaratıktır gelip geçicidir. Ama ilk var ezeli-ebedi ve daimidir. Kendiliğinden var olan ezeli ve ebedi olan ve her şeyi düzenli kılana (Bilgi ve Hikmetle) Allah denir. Yaratılmayan ve her şeyi varından var edene Allah demeyip te ne diyeceğiz. Kendiliğinden bizatihi var olmak ne demektir?

Bunu akılla çözmek mümkün değildir. Ama ilim bunun gerçek olduğunu ispat etmiştir.akıl çözemiyor ama ilim böyle söylüyor, Gerçek bu.. Bu küçücük basit akıl anlasa da anlamasa da Hakikat-Gerçek böyle. Eşyalar- nesneler doğrudan Allahın kendisi, değillerdir. Dolayısı ile kendisidirler. Köpüklerin, denizin doğrudan kendisi olmayıp, dolayısı ile denizin kendisinden başkası olmadıkları gibi. Ama ne derseniz deyin Aslında ve özde nesneler köpükler gibi Allah’ın nurundan (İlk Vardan) başkası değillerdir. Şafak aydınlığı, güneşin ta kendisi değil ama güneşin belirtisinden başka ikinci bir şey değildir. İki yoktur; ‘’BİR ‘’ vardır. Şafak muhdesdir.(sonradan olan) ama güneşin belirtisidir. Güneşten ayrı ikinci bir şey değildir.

HEMEOST: HEPSİ O

‘’TECELLİ EDER

GELİR BİR BİR

GİDER BİR BİR

KALIR BİR

ŞEK YOKTUR, ŞÜPHE YOKTUR

HEP BİR ‘’ALLAH BİR’’

Bir de ‘’HEME EZOST: HEPSİ ONDAN’’ konusu var.

Tasavvuf ilmi ve bütün Mutasavvıf Arifler, hep varlıktaki birliği vurgulamış. Ancak Nakşi kolundan ve Muhammed Nakşibendi Hazretleri’nden 400 yıl sonra gelen Hindistanlı Ahmet Serhindi,(İmam Rabbani) Hazretleri, bu Vücud Birliğini istismar eden cahilleri susturmak için (ve o cahil cühelalar şurda burada ‘’Her şey Allah öyleyse bende Allahım’’ deyip, izahını yapmadan konuşan cahillerin önünü kesmek istemiş. Bu konu Arifler arasında konuşulur. Bu ilmi bilmeden konuşanlar, ALLAH’I KÜÇÜLTMÜŞ olur, endişesiyle Vahdetül Şuhud görüşünü getirmiştir. Bu bir tedbirdir.

VAHDETUL ŞUHUD, aslında şudur: Evren, Allah’ın gölgesidir,(ki bir yerde öyledir. Ama gölgenin sahibi gölgenin aslıdır. Işık olmasa gölge olmaz. Işık gölgeye muhtaç değildir, gölge ışığa muhtaçtır. Ama gölge sahibinden ayrılamaz. Gölge de dolayısı ile sahibi sayılır. Zillullah, Allahın gölgesi de, Allahtan ayrılamaz. Allahtan başka ikinci bir varlık verilemez. Allahın gölgesi de, dolayısı ile Allah’tır. Allahın bir şanı, bir belirtisi, tecellisidir. Nasıl ki safak, güneşin bir belirtisi bir gölgesi sayılır. Yani gelip geçici varlıklara şekillere doğrudan Allah demek doğru değildir. Serhindi Hazretleri ‘’Bu bana giran-ağır geldi ‘’ buyuruyor. Vahdeti Şuhud,(Görüntüde Birlik) demeyi daha sağlıklı buluyor ve şu örneği veriyor. Buyuruyor ki ’’Bir Salikin-Tanrı yolcusunun ruhu uruc edip- yükselip, Lahuta-Allah’a yaklaşıp, Mukarrebundan -Hakka yakınlardan olunca Tanrı’nın nurunun içinde kendisini kaybediyor, yok olduğunu sanıyor.’’Yani Fenafillah ruhani-psikolojik’’ meselesini böyle izah ediyor. Örnek olarak ta yıldızların durumunu gösteriyor. Diyor ki, ‘’Güneş doğunca, yıldızlar görünmez olur ama yok olmazlar. Yükselen bir dervişin ruhu da, Allahı’ı görünce O’nun Nuru içinde kendini görmez olur ve ‘’ENEL HAK’’ diyebilir demeye getiriyor. Ancak Vehdetul Vücud, ’’Eşyanın Mahiyeti, Aslını bilmek ilmidir ve İlmi konudur .’’Serhindi Hazretleri’nin verdiği örnek, derviş için bir psikolojik durumdur. Fenafillahın başka bir çeşit izahıdır.

Ancak Fenafillah, Allah ta yok olma yıldızlar ve güneş örneği gibi değildir. Güneş doğunca, yıldızlar görünmez olur. Ama yıldızların güneşe uzaklığı değişmez. Oldukları yerdedirler. Halbuki yıldıza benzetilen bir dervişin ruhu Allah’a yaklaşmaktadır. Allah büyük ve sonsuz nurdur. Büyük nura yaklaşan bir ruh, Allah’ın nurunda erir.(Buzun sıcak denizde erimesi gibi.) Yıldızlar ve gezegenlerde güneşe yaklaşacak olurlarsa, onları da güneş eritir, kendin de yok eder. Serhindi Hazretlerinin verdiği örnekte yıldızlar ve gezegenler yerinde sabittir. Güneşe yaklaşma yoktur. Sadece güneşin fazla aydınlığında görünmez oluyorlar. Halbuki Serhindi Hazretleri, ruhun Allaha yaklaştığını da söylüyor ve zaten salikin (Tanrı yolcusunun) durumu da budur. Yani Allah’a yaklaşmak(Mukarrebun-yaklaşanlardan olmak), büyük nura yaklaşan, büyük nurda kendini kaybetmez, erir yok olur. Fenafillah gerçeği budur. Yıldızlar-gezegenler büyük nur güneşe yaklaşmıyorlar ki, yok olsunlar. Halbuki, Hak’ka uruc(Yükselen) Veli’nin(dervişin) ruhu Nur olan, Allah’a yaklaşıyor ve hemen O nurda eriyor. O Nur da, yok oluyor. Fenafillah olayı budur. Bir de Serhindi Hazretleri de Eşyanın(Nesnelerin Alemlerin) Allah’ın gölgesi olduğunu, Tasavvufçular ve Muhyiddini Arabi Hazretleri gibi kabul ediyor. (Zillullah-Allahın gölgesi) bu durumda (nesnelerin, alemlerin) kelamcıların-Aşari-Maturidi-Mutezilenin iddia ettikleri gibi, ikinci hakiki varlıkları yoktur.

Ademden- yokluktan yaratılan ikinci bir var yoktur. Alem, Allah’ın gölgesidir. Gölge ikinci bir-var- değildir. Gölgenin gerçek varlığı yoktur. Gölge sahibinin, bir başka görüntüsüdür. Alemler-nesneler de Hak’kın bir başka görüntüsü tecellileri ve zuhurudur.

Allahın gerçek varlığından, başka gerçek bir var, ikinci bir var yoktur. Dolayısı ile, VAHDETÜL ŞUHUD da, VAHTETÜL VÜCUDUN dolaylı izahından başkası değildir. O zaman şu soru sorulur. Doğru da, peki yıldızların aslı nedir. İşte bu ilmi bir sorudur. Kesin olarak bilinmektedir ki, Yıldızların, gezegenlerin aslı güneştir. Şimdi eşyanın, nesnelerin aslı ilk ve nur olan sınırsız Allah’ın nuru sıfatıdır. Ama Hakikatte, hüviyette değil, dolayısıyla Allah’tır. Köpüklerin aslının deniz, yıldızların seyyarelerin o arada yerküresinde aslının deniz ve güneş olduğu gibi. Ancak hüviyete gelince, deniz köpüklerden, güneşte gezegenlerden ve dünyadan öncedir ve çok büyüktür. Denizin köpüklere, güneşin gezegenlere dünyaya ihtiyacı da yoktur. Ama köpüklerin, hortumların ve yıldızların dünyanın belirmeleri için denize ve güneşe ihtiyaçları vardır. Onu gibi, Allahta var olmakta ve varlığını devam ettirmekte, Aleme, nesnelere ihtiyacı yoktur.(Samettir) Ama alemin ve eşyanın şeylerin nesnelerin var olmaları(Belirmeleri) için ‘’İLK VE SONSUZ, KENARSIZ NUR VE KUDRET-GÜÇ OLAN ALLAHA İHTİYAÇLARI VARDIR’’ Öyleyse, Allah, Mevla, Efendi; nesneler (Canlı cansız) köledir. Allah onların hepsini ihate edip, egemenliği altına almıştır.

“ALLAH HERŞEYİ İHATE ETMİŞTİR, KAPLAMIŞTIR’’. (Fussilet-54)

“ÖYLEYSE ‘’NEREYE FİRAR?”. (Kefh-58)

“NEREYE DÖNSEN ALLAH’ın ZATI ORDADIR’’. (Bakara-115)

“EN İYİSİ FEFURRU İL ALLAH-ALLAHA FİRAR ET-KOŞ’’

(Zariyat-50)

Vahdetül Şuhudda, görüntü de birlik vardır. Ama o bir durumdur. İlmi değildir, bir örnektir. Yıldızlar ve güneş gibi. Ama yıldızlarında aslının güneş olduğu kesin olarak bilindiği için her şeyin dolayısıyla ‘’İLK VE NUR OLAN VARIN ALLAH NURU’’ olduğu ise kesin ilmi-bilimsel bir gerçektir, sabittir. Mutlak olan; Varlığın birliğidir. İki var yoktur.. Köpükler ve deniz gibi, Sonra Ahmed Serhindi de bir Veli Ariftir. Ama ondan büyük olan Muhammed Nakşi bendi Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmet-er Rufai, Muhiddini Arabi, Cüneydi Bağdadi, Beyazıti Bestami gibi kadim veliler ve Arifler vardır. Serhindi Hazretleri adına kurulmuş ‘’NAKŞIBENDİ, KADİRİ, RUFAİ, MEVLEVİ, YESEVİ, BEKTAŞİ GİBİ VS.’’ bir tarikat da yoktur. Nakşibendi Tarikatının kurucusu ve büyük piri Ahmed Serhindi değil, Vahdetul Vücud ilmini çok iyi bilen büyük arif ve veli Seyyid Muhammed Nakşibendi Hazretleridir. Bu zatlar, 11-12-13. yüzyılın Mutasavvıf Arif Velilerdir. Onların hiç birinden Vahdeti Şuhut sözü işitilmemiştir. Ahmet Serhindi, Hazretleri 16-17.YY Nakşibendi Tarikatının şeyhlerindendir. Ondan sonraki Nakşiler ona bazı abartılı rütbeler vermiş, Müceddid İmam, Rabbani gibi. Asıl mücedditler, yukarıda ismi paklerini zikrettiğim ulu tarikat kurucuları mukaddes ve muazzez zatlardır. Her yüzyılın müceddidi vardır. Her bin yılın müceddidi olmaz. Müceddidler 100 yılda bir gelir. Her yüzyılda bir çok müceddidler olabilir(irili ufaklı-derece derece).

Herkesin mürşidi kendisinin imamıdır ve bütün Salih müminler rabbanidirler. Ayetde var:

. “RABLIK ETMEYİN, RABBANİLERİZ’’ (Ali-i İmran-79) deyiniz

mealinde. Bütün müminler Rabbanidir. Örneğin, ‘’Rahmaniler, İlahiler, gibi.’’Kendini hakka nisbet Allah’a mensup kılmak gibi, yani Müminlerin hepsi Rabbanidir.’’ Rabbani:Rab’cı demektir.

HEMEEZOST:HEPSİ ONDAN(Allahtan) Tabiî ki, hepsi ondan. Ama nasıl ondan? Allah kadim vardır. Mutlak vardır. Hepsi yani Alem ve Nesneler, Muhtes sonradan olan belirtileridir. Kadim var onları yokluktan mı yarattı? Yoksa onları önce yok iken kendi nurundan mı belirtti.? Yoktan var etme başka, yokluktan var etme başkadır. Örneğin, köpükler önce yoklardı. Deniz onları yok iken var etti. Ama neden var etti? Yokluktan mı? Kendinden mi? Kendinden var ettiğini, var olmaları- belirmeleri için denize muhtaç oldukları, deniz için bunların var olmaları-görünmeleri mümkündür. İşte mümkünül vücut bu anlamadır. Yoksa yokluktan bir belirme olmaz. Yokluk düşünülemez. Yokluk(madum) muhaldir. Var, varlık(Vücud, mevcud ) ise müsbettir. Kesin olarak saptanmıştır. Zira Allah’ın kenarı hududu yoktur. Allahın sınırı olmaz. Allahın bittiği, tükendiği bir yer sınır düşünülemez. Allah tahdit sınır kabul etmez. Allahın şekli olmaz. Altı cihet hangi yöne baksan sınırsız nur denizidir. Allah sınırlanırsa, Allaha şekil verilmiş olur. Köpüklere göre deniz Vacibul Vücud sayılır. Köpükler için denizin mevcudiyeti zorunludur(Vaciptir) Yıldızlar ve şafaklar da öyledir. Tabii ki, şafaklar ve yıldızlar, gezegenler önceden yok idiler, belirmemişlerdi. Ancak onlardan önce güneş var idi. Onların var olması için güneşin varlığı, zorunlu idi.(vacipti). Ama yıldızlar gezegenler ve şafakların olması güneş için mümkündü. (Mümkunul Vücud) ve onların hepsinin aslı güneşti. Evet muhtes sonradan oldular. Ama neden nasıl oldular. Yokluktan m? Güneşin ve denizin kendinden mi? Allah’ta kainatı sonradan ihtas etti. Ortaya çıkardı-yaptı-yarattı. Ama neden yarattı? Yokluktan (madum) mı yoksa kendi zati nurundan mı? Kesin olarak kendi nurundan(Zati Nur) yaptı, ihtas etti, inşa etti. Allah kendi bir avuç nurundan evreni ve insanları mertebe mertebe halk(yapma) etti- inşa etti. Nasıl inşa etti-yaptı? Latif nuru tekasüf (Yoğunlaştırma) ettirerek önce Atom sonra molekül , son üçüncü aşamada madde cisim haline getirdi. Cisimleşip, katılaşınca parçalandılar ve şekiller aldılar. Ve basitleştiler.’’

Allah kadim nurundan bir basit yaptı ki kendi mükemmelliği bilinsin’’

Buharın su, suyun buz olup katılaşan buzun kırılıp, parçalanması ve şekil alması yada dolu olup gökten yağması, kar tanelerine dönüşüp şekil alması gibi. Hepsinin aslı ise su buhardır. Sonra tekrar suya ve buhara dönüşeceklerdir.

“Biz Allahınız ve Allaha döneceğiz” (Bakara-156)

“Allahın zatından başkası helak olacak”. (Kasas-88)

ayetleri bunun delilidir.’’ Eğer deniliyorsa ki, ‘’ Allah bunları yoktan değil de yokluktanhalketti-yaptı’’. O zaman şu soru sorulur. Demek ki Allah sınırlı bir varlıktır. Allah’ın bittiği bir sınırı vardır. İşte ondan ötesi yokluktur. O yokluktan yarattı. Bu durumda, Allah hem sınırlanmış ve şekil verilmiş olunur. Hem de yokluk kabul edilmiş olunur. Böyle bir şey düşünmek muhaldir, imkansızdır. Kural şudur:

‘’ Varlık gerçek ise; Madum-yokluk olamaz. Ya ‘’mevcud’’ vardır, ya da ‘’madum’’ vardır. Yokluktan varlık olmaz. Varlıktan varlıklar belirtiler tecelliler olur. Köpüklerin hortumların dalgaların denizin çırpıntılarının denizin tecellileri bir başka görüntüleri belirmeleri gibi. ispatlı olan vücut- mevcuttur var ve varlıktır. Ve varın-varlığın kenarı yoktur. Kenarı olursa ötelerde başka var düşünülebilir ve Allah’tan başka varlarda mümkün olabilir. Halbuki Allah’ın birliği sınırsızlığındandır. Allah sonsuz nurdur. İki sınırsız nur iki sınırsız varlık düşünülemez. Varlık zorunludur(Vaciptir). Madum (Yokluk ) zorunlu (Vacip) değildir. Yokluk muhaldir – yok diyoruz. Ötesi kaldı mı?

YOKLUĞUN BİR BELİRTİSİ OLMAZ, VARIN BELİRTİLERİ OLUR.

Şafağın güneşin belirtileri, köpüklerin denizin belirtileri olduğu gibi..

İSLAM felsefecileri ve kelamcıları milattan önce takriben 400-450 yıllarında yaşamış olan Roma yada Yunan Varlık Felsefecisi Demokritos’un, ilk madde bölünmesi mümkün olmayan (cüzi la yetecezzâ) bölünmeyen cüz parça yı-Atomu ‘’Arkhe-bölünmeyen ilk olarak kabul etmişler’’ve ilk kadim var Allah bu bölünmeyen cüz-ü parçayı(atomu) yokluktan yarattı; atomlardan da alemi yarattı deyip, iki var kabul etmişlerdir. Birisi kadim var- ezeli var(Vacibul vücud) bir de yok iken sonradan var ettiği atomlar ve onlardan da var ettiği nesneler. Yani kelamcılara göre ‘’iki var’’ var. Birisi zorunlu var, ikincisi de olması mümkün olan var. Alemler ve içindekiler.(mümkünul Vücud-varlığı olanaklı).

Cüzi layetecezzanın anlamı: ‘’Bölünmesi asla mümkün olmayan en küçük parça (Atom) eğer o bölünmeyen bölünecek olursa ondan sonra yokluk (Madum) başlar, atom yok olur’’ diyorlardı, böyle kabul etmişlerdi. İşte bütün İslam Felsefecileri ve Kelamcıları (Kindi, Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt tüm meşşai Feylezofları ve Kelamcılar(Aşari, Maturudi ve Mutezile) ki, kelamcılar da bir nevi Mantıkçı-kıyasçı akılcı felsefecilerdir. Zat ve sıfatı Felsefe ile ispatlamayla çalışan felsefecilere, Kelami felsefeciler denir. Çünkü onlarında metodu( mantığın kurala olan kıyas yaparak, nazari akıl ile istidlaldır.) Yani akli delillerle nakli olanı bağdaştırmaya çalışmaktır. Halbuki bu gün hiç bölünmez dedikleri atom bölünmüş, fakat yok olmamış, bilakis ışığa ve enerjiye güce dönüşüp evrene karışmıştır. Bu suretle ve Eınstein’ın izafiyet teorisine göre hiçbir şeyin yoktan-yokluktan var olmadığı, bütün nesnelerin ve alemin büyük nur-ışık olan kadim vara göre izafi oldukları-büyük vardan var olup, gene büyük varda yok olacakları bilimsellik kazandı ve Kur’an’ın Peygamberlerin ve Tasavvufçuların her şey Allah’ın zati ve sıfatı Nurlarından yaratılmıştır. (deniz ve üstündeki köpükler gibi) ilmi görüşleri kesinlik kazanmıştır. Her şeyin vücudu mutlak –sınırsız kadim vücut Allah’ın nurunun tekasüfünden (Yoğunlaşmasından ) ibaret olduğu, her şeyin evrenin ve insanın cevherinin nur-ışık ve kuvvet olduğu meydana çıkmıştır. O eski felsefe ve kelam ilmi bitmiştir.

“Göklerin ve yerin nuru-ışığı Allah’tır.’’ (Nur-35)

“Lâ kuvvete illa billah –Allah’tan başka kuvvet-kudret (enerji) yoktur” (Kehf-39)

“İlk ve son dış ve İç O’dur ve her şeyi bilir’’. (Hadid-3 )

Doğada hiçbir saçmalık ve düzensizlik yoktur’’. Bu Allah’ın ilim ve Hikmet ve Sanat sahibi olduğunun mutlak delilidir.

Tekrar ediyoruz. Hemeost: Hepsi O (Allah) .Var ikilik kabul etmez. Varın sınırı yoktur. İki sınırsız düşünülemez. “Allah her şeyi ihata (kaplama) etmiştir.”. (Fussilet-54)

Evrenin tamamı, radyasyondan (Işınlardan) ibarettir. Madde yoktur. Işınlar ve hareket titreşim vardır. Allah, Nur ve Haydır. (Işın-ışık ve candır-diridir.) Diri:Hareketli Fail olandır.

İnsanın beyninde (kafatası içinde) ve kalbinde ışınlar olduğu saptanmıştır.İşte bu öz (cevher-ışınlar) bizim düşünmemizi, akletmemizi-anlamamızı heyecanlanmamızı ve sevmemizi (Aşkı) sağlamaktadır. Beynimizdeki ışınlarla, ilim öğrenmekteyiz. Özü-cevheri-tanımaktayız. Kalbimizdeki ışınlarla da Tanrının, doğaya, nesnelere yansıyan güzelliğini (hüsnünü) seyretmekte, sevmekte heyecanlanmakta ve duygulanmaktayız. İçimizdeki cevher(Işınlar), Tanrı’nın ilk ruhu(Ruhu Muhammed Ruhu Azam ki buna ‘’Hakikat Muhammediye’’ deniyor. Güneş gibi büyük ruh-ilk ruh beynimize ve kalbimize üfürülen O ruhun yıldızlar gibi kıvılcımlarıdır. Akıl, fikir; ruhun(cevherin) nitelikleridir. Büyük Muhammedi Ruhun (cevherin )özü de ilk kadim var sonsuz nur ve kuvvet olan Allah’tır.

‘’Allah önce benim ruhumu, önce benim nurumu yarattı’’ (Hadisi Şerif)

‘’ Adem su ile balçık arasında iken ben Nebi idim.’’ (Hadisi Şerif)

SIRRÜL ESRAR(SEYYİD ABDULKADİR GEYLANİ)

KAZIM YARDIMCI/ADIYAMAN

18.1.2006

Paylaş: