ŞEKİLCİ OLMAMAK

İslamiyet ve son Peygamber Hz. Muhammed’de (a.s.v.) asla şekilcilik yoktur.

İslamiyet baştan başa samimiyete, kişiye ve kişinin düşüncesine saygıya, sevgiye, hoşgörüye dayanır. Bu nedenle kişiyi, ibadetinde serbest bırakmıştır. Tanrı’nın her yönde olduğunu ve o’na her temiz yerde ibadet edilebileceğini önermiştir. İslam’ın diğer dinlerden ayrıldığı en önemli yanı, bu yönüdür!..

İslamiyet Tanrı’yı her yerde bilir. Bu nedenle camide ibadeti şart koşmamıştır. Bu zorunlu tutmama özelliği çok önemlidir. Gerçi, büyük bir zatın ardında topluca namaz kılmak, hep beraber içtenlikle, riyasız olarak Tanrı’ya dua etmek çok faydalıdır. Sevabı çoktur. Ancak, bununla beraber kişiyi camiye gelmeye zorunlu tutmaması, çok düşündürücüdür! Nedenleri vardır.

İslamiyet’ten başka bütün dinlerde mabet (tapınak) vardır. İslamiyet, mabedi kabul etmez. Çünkü mabed, içinde mabut (tapınılan şey) bulunan kutsal yer demektir.

Bir totemci, toteminin bulunmadığı; bir Hıristiyan, Hz. İsa’nın (a.s.) ve Hz. Meryem’in temsili resimlerinin bulunmadığı bir yerde ibadet edemezler. Onun için İslamiyet meccid ve cami (toplanılan yer) kabul etmiştir.

İslam’ın İlâhı bir’dir ve “bir yerde” düşünülemez! O, Tanrı’yı “her yerde” bilir!.. sonsuzu getirip, bir binanın içine sığdıramaz! ([1]) Ayrıca her kişinin, Tanrı’yla ilişki kurabileceğini kabul ettiğinden; kişinin düşünce ve ibadetine saygılıdır.

İslamiyet, kişide daha çok “istikamet (doğruluk), samimiyet (içtenlik) ve güzel ahlâk” arar.

-“Kâlu rabbünallahu sümmestekamu – O inançlı kişiler, Rabbimiz (Yöneticimiz, Büyüğümüz, Efendimiz) Allah’tır. Derler; sonra ‘doğru’ olurlar (eğrilikten, yalancılıktan, dolandırıcılıktan, her türlü samimiyetsiz ibadet, söz ve davranışlardan kaçarlar.)!” (Fussilet - 30).

Ayeti, bunun kesin ve tartışmasız delilidir. Demek ki, Tanrı’ya göre; “Tanrı’ya inanan; Rabbim, Efendim, Allah deyip, sonra doğru olandır!”

Eğer bir kişi doğru değilse; “O kişi Rabbim Allah” dememektedir. Rabbimiz Allah’tır diyen, doğru olandır!:

Mevlâna’nın,

“Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!“ sözü, işte İslam’ın bu gerçeği yansıtan, çok önemli bir kuraldır.

İslamiyet’te,”kilise disiplini” yoktur! Herkes, din adamıdır. Ancak bir öğreten bir de öğrenen vardır. Bu da kişinin, vazgeçilmez haklarındandır.

İşte İslamiyet bu hakkı kişiye tanıyan yer yüzündeki tek dindir.

Son Peygamber Hz. Muhammed (a.s.v.), toplumun her kesimindeki insanlarla her konuyu tartışır, onlara saygılı davranırdı! Onları dinler, sözlerini kesmez, “sus kafir oldun!” demezdi. Herkesi insan bilir, her sınıfla konuşur her sınıfla oturur (kalkar, yer, içer), kimseye üstünlük taslamaz, asla büyüklenmez; din ve öğreti hizmetinden dolayı kimseden ve toplumdan ücret almazdı! Kimseyi sıkmazdı. Gayet toleranslı (hoşgörülü) davranırdı. İbadeti öğrettikten sonra kişiyi zorlamaz, sıkmaz, serbest bırakırdı. Amellerine değil, fikirlerine ve toplum içindeki doğruluğuna, toplum ile olan ilişkilerindeki davranışlarına bakardı. İbadetlerde kimseye tecessüs (anlama merakı, gizlice bakma) etmez bunu şiddetle men ederdi!([2])

Gerçek ve ilk Müslümanlık böyleydi ve onun özüne erenler arasında halen de böyledir!..

Ama sonraları, kral-papa ile sultan-şeyhülislam ikilisi kabul edilince; durum, şekilciliğe, türlü dini merasimlere dönüştürüldü. Bir nevi siyasi örgüt haline sokuldu. Kralların, sultanların burjuvanın ve onlardan yana papaz ve mollaların, sahte şeyhlerin, kişisel çıkarlarına alet edildi!.. ibadetlerde kilise disiplinini aratan, ruhbanlıktan da ötede bir “sus! İtaat et!..” şeklinde zorbalığa dönüştürüldü!...

Bunun acısını yüreğinde duyan gerçek Müslümanlar; Mevlânalar, AbdulKadir-i Geylani, Seyyid Ahmed Er Rufai, Muhyiddin-i Arabi, Maktul Suhreverdi, Cüneyd-i Bağdadi, Beyazıd-ı Bestami, Cemaleddin-i Efgani, Pakistanlı Muhammed İkbal, Niyazi Mısri, Muhammed Abduh, Şeyh Bedreddin, Urfalı Şeyh Saffet, Mehmet Akif gibi aziz insanlar çok çırpındı, çok uğraştılar ama kimi öldürüldü, kimi sürüldü…

İkbal’in dediği gibi; “imparatorluğun fidanı kuvvetlenince, cihangirliğin adı Cihad oldu.”

Netice ne oldu?.. İzzetin yerini, zillet aldı. Çünkü ne yapılırsa yapılsın; saf ve temiz Muhammed Dini, kendi rayından çıkarıldığında, sonumuz zillet olur!..

Din’e ne olur?.. O’na hiçbir şey olmaz!

O’nu sahibi korur!..

Sen korumaz da, O’nu başka yorumlarsan; O’nu doğru yorumlayacak başka millet yaratır.

Önce yıkar, sonra en güzel nitelikte gerçekçi ve gerçeğe saygılı aydın bir millet yaratır!.. Ama tutucular, bağnazlar beğenmezmiş!.. Saçı uzunlara kafir demiş!.. Zaten başka silahları yok ki; varsın desinler…

Ama unutmasınlar ki; O, Tanrı’nın öz eliyle yarattığı Güzel Muhammed (a.s.v.) de saçlı idi! Ve Mübarek Efendimiz (a.s.v.) dalgalı saçlarını ortadan ikiye ayırıp tarar ve güzelliğine güzellik katardı.[3]

Öyle ki; aşıklarını, deli edercesine!..[4]


[1] Allah, ancak kalp aynasında yansır. “Yere, göğe sığmam Mü’min kulumun kalbindeyim.” Bu Tanrı’nın bir yere hulul ettiği, yani girdiği anlamında değildir. Zira “Mânevi Kalp” , Nur’dan bir ayna, bir yansıtıcıdır. Güneşin bir aynada yansıması gibi.

[2] “Şu bir gerçek ki ben Haniflik, hoşgörü ve kolaylık Peygamberi olarak gönderildim”.

(İbn. Hanbel, C.5, S.266 Buhari, iman, 29)

[3] Bkz. Sevgili Peygamberimizin “hilye” sini anlatan Hadis ve İslam Tarihleri…

[4] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.123 – 125.

Paylaş: