Kanaatkâr olmak

İnsan, kanaatkâr olmalıdır. Ancak, cimrilik akla gelmemelidir. Kanaat zenginliktir. Kanaatkâr, mutludur. Haris (aç gözlü) insan daima mutsuzdur. Çünkü rakamın sonu yoktur! Boşuna çırpınmaktır. Kimse bu dünyayı sırtına almamıştır. Tanrı’nın verdiğine şükretmeli, azı-çoğu birdir.

Dünyada emek ve alın teri karşılığı olan bir yemek ve yaşamdan daha tatlı bir hayat olamaz!..

“Damım iyi olmaktansa, demim iyi olsun!” sözünün çok yüksek anlamı ve ince bir zevki vardır…

Ancak, ona-buna kanatlı ol deyip de; iş güçünden yoksun fakir-fukaraya yardım etme!.. karını ve çoluk-çocuğunu etsiz, gıdasız bırak, onların beslenmelerini sağlama şeklinde ustaca plan yapılan cimri ve haris-i dünya olan kötü insanların telkinlerine uymamalıdır!..

Kanaat, elindeki ile yetinmek demektir. Mutlaka zengin olayım diye, her türlü gayri meşru yoldan para kazanmaya temayül etmemektir. Kanaatin gerçek anlamı şu sözde gizlidir: “Ayağını yorganına göre uzat!..”

Tanrı, kanaatkâr’ı sever. Çünkü kanaatkâr, bir nevi hakkına razı olsa; toplumda “Sosyal Adâlet” gerçekleşir ve toplum huzur içinde olur. Bütün huzursuzluklar Hakka rıza kuralına uymamaktan doğar!

Haraseti (aç gözlülüğü) ve dünyayı elde etmeyi tahrik ve telkin edenler, çalışmayı önerenler değildir. Bunlar çalışmayı “zengin olun!” anlamında kullanmakta, radyoda, gazetede, tiyatroda hatta Peygamberin minberinde bir nevi demagoji yapmaktadırlar. Tanrı ve Peygamberi (a.s.v.). “çalışın, emeğiniz ile yaşayın kimseye yük olmayın!” buyurmaktadır. “Yoksa zengin olun, mal cem edin (sürekli toplayın), krallar gibi işret ve sefahat yapıp eğlenin!” dememektedir!..

Biz Âdem’in torunları, bu dünyaya zevk-u safa ve eğlenmek için gönderilmedik! Kendimizi ve Rabbımız’ı bilmek ve oluşumumuzu yapıp; tekrar aslımız olan Rabbımız’a kavuşmak için gönderildik!..

Çünkü herkes zengin olmaz. Ama herkes çalışırsa; emeğinin karşılığını tam alabilirse, normal bir hayat yaşayabilir. Rabbi’ni tezekkür (anmak) ve tefekkür (düşünmek) edip, o’na ibadet etme zamanı bulabilir.

Şu halde; İslâmiyet, “çalışın!” emri ile “zengin olun!” dememektedir! Ayrıca Tanrı, fahirlenenleri (övünenleri) sevmediğini açıkça Kur’an’da bildirmiştir.

Tanrı, çalışıp, insanın emeği ile yaşamasını, kimsenin kimseyi sömürmemesini, hırsızlığı (dolaylı-dolaysız hırsızlığı) faiz’i (tefeciliği), gasp ve haracı, ucuz alıp pahalı satmayı, ölçüyü-tartıyı yanlış kullanmayı şiddetle men etmiş; adâleti taksimatı emretmiştir.([1])

-İnnellahe yuhibbü’l muksitin- “Tanrı, taksimatçıları sever!” (Hucurat – 9, Mümtehine – 8, Maide - 42).

-İnnellahe ye’mürü bi’l adli ve’l ihsan- “Tanrı’nın emri: adâletli olmak ve ihsanda bulunmaktır”.(Nahl - 90).

Yani iş gücünden mahrum olanlara “yardım” etmektir.

Ayrıca toplumumuzda, adâlet kelimesi de yanlış anlaşılmıştır. Adâlet denilince; çoğunun aklına “mahkemeler ve cezalar” gelmektedir. Halbuki Adâlet Tanrı sıfatıdır. Tanrı’nın büyük bir adı da “Ya Âdil” dir. Tanrı ise, herkesin Tanrı’sıdır. Şu halde adâlet kelimesinde “toplumculuk” vardır. Adâlet, toplum içindir ve devletin temelidir. Yani adâlet, bizatihi (kendiliğinden) sosyal’dir. Sosyal kelimesi, adâlet, kelimesinin içindedir. Adâlet haktır ve hakkı ayakta tutandır. Tanrı Kur’an’da;

-“Ya Muhammed! Kafirler, peygamberleri ve taksimat isteyenleri haksız yere katlettiler!” (Âl-i İmran - 21).

Yine buyuruyor,

-“Ya Muhammed! Tâ ki bu mal, yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın!” (Haşr - 7).

Bu Âyetteki yüksek sosyal adalet görüşü 1400 sene evvel Hz. Muhammed (a.s.v.) tarafından İnsanlık Âlemine açıklandığı zaman; Marks, Engels, Lenin, Mao, Troçki vb. bazı materyalist ve aile mefhumuna mukaddesata (kutsal değerlere) inanmayan ayrıca kişinin vazgeçilmez düşünce, ifade, haberleşme ve kişinin işini kendi seçme özgürlüğünü tanımayan sahtekar ve demogog sosyalistler neredeydiler?.. Bize göre Marks; bazı gerçekleri vurgulayarak bilimsel sosyalizm adı altında bilimsel demogoji yapmıştır.

Engels ve Lenin de bunu istismar ederek; milyonlarca insana Dünyayı Cehennem eden bir dikta rejimi kurmuşlardır.

Kişi özgürlüğünün olmadığı yerde ne Sosyal Adâlet, ne toplumculuk, ne din, ne de iman bulunur. Çünkü dikta rejimlerin de herkes, can korkusu içinde ve yalancı olur!.. Bir toplum tümden yalancı olunca; o toplumda ahlâk ve fazilet düşünülmez. Halbuki gerçek sosyalizmden – toplumculuktan maksat; toplumun ahlâklı ve faziletli olmasıdır. Dikta rejimi toplumu yalancı eder. Yalancılık en büyük ahlaksızlıktır. Çünkü herkes korktuğundan, o rejimi beğenmese de beğenir gözükürler. Ayrıca dalkavuklar baştaki dikdatörleri methederler (överler). Toplumu da buna mecbur ederler.

Yukarıdaki Âyet çok açıktır. “Tâ ki ya Muhammed! Bu mal yalnız zenginler arasında dolaşan devlet olmasın” buyurmaktadır. Demek ki Tanrı, “malın, yani kapitalin tek elde belirli bir sınıfın elinde toplanıp, devlet ve saltanat haline dönüşülmesine karşıdır.” İslâm’da zengin vardır; fakat ‘devlet’ olacak kadar değil.

O, karıncasından bile vazgeçmeyen ulu Tanrı; malın, yani Milli Hasıla’nın bütün kullarına emekleri ve liyakatları karşılığında taksim edilmesini istemekte, onun yaygınlaştırılmasını önermektedir. Yani her kulunun maldan (ki bugün buna burjuva “pasta” adını koymuştur) faydalanmasını istemektedir. Demek ki Tanrı, apaçık toplumcudur. Zaten başka türlü olamaz. Herkesi kendi yaratmış. Her fert kendi kuludur ve Tanrı apaçık emekten yana olduğunu; Necm Suresinin 39. Âyetinde hiçbir yoruma meydan vermeden tüm açıklığı ile açıklamıştır.

-“Ve enleyse li’l insani illa mâsea- insana emeğinden başka bir şey yoktur!” (Necm - 39).

Öyleyse kural şudur: “Eğer bir kişinin yaşantısı, emeğinden aşağıda ise; o kişi sömürülmektedir! Yok eğer yaşantısı emeğinin çok üstünde ise; bu kişi ise sömürmektedir!” Bu durumu önemle belirtelim, (sömürü neticesi olmayan ve hak ölçülerine dayanan miras müstesna)…

Bütün Peygamberlere olduğu gibi, bizim sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.); Tanrı’nın biricik sevgilisinin hak davasına karşı gelenler de, Mekke’nin kapitalistleri, burjuvası ekâbiri olmuştur. Peygamberin (s.a.v) amansız ve sürekli savaşı bunlarla olmuş; yılmadan bu halk düşmanları, zalimlerle savaşmış ve ancak onları yıktıktan sonra, İslam Dinini yerine oturtabilip, evrenselleştirebilmiştir.

Kur’an, Hadis ve Peygamberin Dört Büyük Halifesi’nin zamanı bunun şahididir. Bu gerçeği kabul etmeyen kim olursa olsun; İslâm'ı yanlış gösterme çabası içindedir. Ve Tanrı’nın Mübarek Dini’ni, kapitalizmle-liberalizme, faşizme âlet etmek istemektedir. Bunlar, çıkarcı, menfaatperest, ruhban ruhlu insanlardır. Kralcı ve padişahçılardır.

Ayrıca İslâm Dininde, ruhbanlık yoktur! Din hizmeti, fisebilillah (Allah için) ve ücretsiz olacaktır!([2])

Peygamber (a.s.v.), Hülafa-i Raşidin (Dört Halife), Eimme-i Müctehidin (ictihadcı Zâtlar); Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli Hazretleri ve tüm Tasavvuf Bilginleri, Din hizmetlerini ücretsiz yapmışlardır.

-“Köl la es‘elüküm aleyhi ecren ille’l meveddete fi’l kurba – Ya Muhammed! Din hizmetlerinden dolayı ücret isteme. Sadece akrabalarımı (Muhammed ailesini) sevin de!” (Şura - 23).

Büyük şairimiz Ziya Paşa:

“Lânet olsun o paraya ki tahsiline ânın

Ya Din ola âlet, ya namus!..” demiştir.

Şair, kaymakam Eşref bey

“Önce va’zedip halka, / Sonra Âdemden alırlar pare!

Büyük kürsüde vaiz,/ Sanki bir simsare dönmüştür!..”

Yine bu konuda büyük Tasavvufçu Niyazi Mısri:

“Diyorlar ki halka, olun terk-i dünya!

Kendileri oluyor lâkin, mâlik-i dünya!..” demişlerdir…

Ayrıca önemli bir konu da; Tanrı Kur’an’da,

-“İnne ardallah- Muhakkak toprak Tanrı’nındır.” (Âraf- 73, 128) buyurmuş ve bu nedenle İslâm devleti toprağın mülkiyetini kişilere bırakmamış, “Arazi-i Emiriye” adı altında mülkiyeti devlete ait olmak üzere Aşr(Öşür)” ([3]) karşılığında çiftçilikle iştiğal eden (uğraşan) ailelere –nüfusları oranında- tasarrufuna (kullanımlarına) bırakmıştır. Hanefi Hazretlerinin iki büyük talebesi Muhammed ve Yusuf, toprağın ”Beytülmal’a”, yani devlete ait olduğunu ictihad etmişlerdir…(Bkz. Kitab ül haraç).

Aşr (öşür) olarak verilen toprağın tahıl kısmından gelirinin %10’u devlete aittir. Humus: Sulu arazi gelirinin; bağ, bahçe, narenciye, pamuk, tütün, çay, afyon (haşhaş) vb. ürünlerin gelirinin %20’si devlete ait demektir.

İslâm’ın toprak görüşü çok mükemmeldir.

Her ne kadar mülkiyetini devlet elinde tutmakta ise de; kullanılmasını kişiye verdiğinden, gelirinin önemli bir payı (%80-90) kişiye ait olduğundan; kişi, gelirinin fazla olması için çaba gösterecek ve kişisel katkıda bulunacaktır. Bu da Milli Hasılanın artmasını sağlayacaktır.

Halbuki koyu devletçi ülkelerde devlet, hem toprağın mülkiyetini elinde tutmakta; hem de kendisi işletmektedir. Yani o ülkelerde köylü, ücretle çalışmaktadır. Toprağın geliri, kendisine ait olmadığından, kişi ürünün artışına kişisel katkıda bulunmayacağı gibi; kaytarma (işten kaçma) da yapabilir.

Bir başka gerçekte şu: toprak, genel üretim aracıdır. Sevgili Peygamberimiz (a.s.v.) zamanında topraktan başka üretim aracı bulunmadığı bir gerçektir. Yani o zaman bugünkü gibi toplumun genel ekonomik hayatına etki yapan fabrikalar yoktu. O zaman tarımın dışında, ticaret ve küçük el sanatları vardı. Bunlar o zaman için bölgeseldi.

İslâmiyet, o zaman için tek genel üretim aracı olan ve toplumun genel ekonomik yaşantısını etkileyen toprağı, kişiye vermediğine göre demek ki İslâm'ın ekonomik görüşü, “genel” ve ”bölgesel” olmak üzere iki kategoride toplanmaktadır.

Yani toplumun tamamını etkileyen milletin ve devletin bekasına (devamlılığına) tesir eden genel üretim araçlarını, ferde bırakmadığı apaçık ortadadır.

İslâmiyet, istifçiliği (yüksek fiyata satmak için istif için mal yığıp bekletmek) de şiddetle men eder. ([4]) Bu da İslâm’ın, toplumun genel ekonomik yaşantısına etki edecek her hususu, devletin kendi kontrol ve tasarrufu altında bulundurduğunun diğer bir delilidir.

Peygamberimiz (a.s.v.) zamanında, bugünkü gibi toplumun genel yaşantısına etki edecek derecede ithalat ve ihracat yoktu. İslâmiyet'te, toplumun genel ekonomik yaşantısına etki edecek her konuya, devletin kontrol ve tasarrufu altında bulundurduğu kesin bir gerçek olduğundan; bugünkü genel üretim araçlarını, dış devletlerle yapılan ithalat ve ihracatı hiçbir suretle, birkaç kişinin tekeline terketmez.

İslâm’da toprak devletin olduğundan, muhakkak ki yer altı servetleri, petrol ve madenler de devletin olacaktır. Sahiller, limanlar, ormanlar, göller ve nehirler yine devletin ve milletin bekası ile ilgilidir. Kişilere bırakılmaz.

İslâm’ın temel ekonomik felsefesi, yukarıda sözü edilen;

- “Ya Muhammed! Tâ ki bu mal, yalnız zenginler arasında dolaşan devlet olmasın” (Haşr - 7)

Âyeti ile saptanmıştır.

- “İnne ardallah – Toprak (genel üretim aracı olduğundan) muhakkak Allah’ındır – Tanrı adına devletindir!“ (Âraf - 73)

Âyeti ve (Kitab ül

Harac)

-“Ve enleyse li’l insani illa masea – İnsana emeğinden başka bir şey yoktur”. (Necm - 39)

Âyetleri de ayrıca bunun böyle olduğunu teyit eder.

Peygamberimiz (a.s.v.) “komşusu aç iken tok yatan Müslüman değildir”([5])

“İşçinin alın teri kurumadan, ücretini ödeyiniz.”([6])

Allahuteala buyuruyor:

-“Kafirler bile birbirlerine yardım etmektedir! Ey mü’minler ! siz birbirilerinize yardım etmezseniz; sizin için çok tehlikelidir!” (Enfal - 73)

-“İnneme’l mü’minune ihvetün – inançlı kişiler birbirlerinin kardeşidir.” (Hucurat - 10) buyurulmuştur.

Kardeşlik laf ile olmaz! Kardeş kardeşe Maddi-Manevi yardım edendir. Bu suretle kardeşliğini ispatlayandır.

İslam'da miras haktır. Ancak,murisin terekesi, yani bıraktığı serveti emeğe ve hak ölçülere dayanacaktır. Emeğe ve hak ölçülere dayanmayan bir miras varsa; sömürüdür. Sömürü neticesi yığılan para ve mal ise batıldır. Batılın intikalide batıldır.

Tanrı, -“hırsızın elini kesin” buyurmaktadır. Halkı, türlü yollardan sömüren de hırsızdır. Şu halde, halkı sömürenin çaldığı mal elinden alınacağı gibi, ayrıca elini de kesmek lazım gelir. (hırsızlığın yolunu kesmek).

İslamiyet, miras konusunda çok bağlayıcı hükümlerde koymuştur. İslam, sufehanın ya da sefahatçının (zevk ve eğlenceye düşkünlük) malına el kor! İslam'a göre sefahat, milli hasılayı (ulusal geliri) boşuna ve boş yerlerde tüketmektir. Her türlü işret, içki, eğlenme; çok pahalıya tertip edilen balolar, kokteyller, kirli gecelerdeki insanlık dışı davranışlar, her türlü lüks yaşantı, köşk ve villalarda yaşamalar, çirkin seksi eğlenceler ve bolluk – refah içinde yaşamak… Hepsi sefahattir.

İslam dini, kişinin nafakasından (geçinmek için gerekli olan şeyin tümü) fazla; yeme, içme; giyinme, yani mübrem ihtiyaçlarının dışında yapılan her türlü harcamayı sefahat ve israf kabul etmiştir.([7]) evlenmede dahi mihrin ([8]) dışında, herhangi bir israfat (savurganlık) yapılmamasını emreder. Başlık, aşırı düğün masrafları gibi…Bunlar İslam da yoktur!

İslam dininde, zekat, devletin olmayıp; fukaranın hakkıdır ve mecburidir. Bunun bizzat devlet tahsil edip (toplayıp) fakirlere dağıtır.

Hz. Ömer, Peygamber (a.s.v.) zamanında zekat tahsildarı idi.

Hatta daha hurmalar yaş iken, onlara muhammen bedel (tahmini pay) attığı gerçeğini hiç kimse inkar edemez!..([9])

Yukarıda sözü edilen üretim araçlarının gelirinin %10’u ve %20’si devletin, %80’i emekçilerin, işletenlerin hakkıdır. Netice olarak genel üretim araçlarının mülkiyetinin kıyas yoluyla; islam’da devlete ait olduğu ancak; tasarruf ve gelirinin aşere – öşür (10’da 1’i, yani %10’u) ve humus’un (5’de 1 ‘i yani %20’si) fabrika ve tarım işçilerinden alınmak suretiyle kullanımlarının emekçilere, işçilere ve çiftçilere bırakılabileceği apaçık meydandadır. Bir ülkenin tüm yeraltı ve yer üstü milli gelirinin ve fabrikalarının gelirinin %20’sinin, “devleti ihya edeceği” şüpheden varestedir.

İslam’ın hem ekonomik görüşünün teorisi, hem de pratiği Kur’an, Hadis, Dört Büyük Peygamber Halifesi devri ile Hanefi büyüklerinden Muhammed, Yusuf’un ve Malik’in v.b. ictihadları ile apaçık saptanmıştır. (Bkz. Kitab ül harac. İmam Muhammed)

Genel üretim araçlarının mülkiyetinin devletin elinde; gelir ve kullanımının emekçilerin, işletenlerin çiftçilerin elinde olduğunu bir düşünelim… Emekçiler, üretim araçlarının “geliri kendilerine” ait olduğundan hem “ kişisel katkıda” bulunacaklar (yani kişisel çaba ve kabiliyetlerini kullanacaklar), hem de “çok çalışıp”, “çok kazanmak” isteyeceklerdir.

Bu durum, hem emekçilerin, çiftçilerin “insanca” yaşamalarını, mutluluğa kavuşmalarını sağlayacak, hem de devlet, genel üretim araçlarının; yer altı ve yerüstü servetleri’nin toprak ve fabrikaları gelirlerinin %20 ve %10’unu almak suretiyle (tarım ve tahıl kesiminin %10’u, fabrikaların gelirinin %20’si) büyük bir “devlet gücüne” kavuşacaktır.

Bu suretle; içeride, “sosyal hizmetleri o ülkenin en ücra (uzakta, sapa) köşelerine kadar” götürebilme olanağını elde edecektir. Dışarıda, “düşmana karşı büyük vurucu ve caydırıcı güce sahip” güçlü bir devlet kurabilecektir. (barış isteyen, savaşa hazır olacaktır).

Bütün kutsal değerlere ve kişinin vazgeçilmez düşünce, ifade özgürlüğüne saygılı olacak. Kişi hür düşünüp hür çalışabilecektir. Bu kitabın 4. maddesini tekrar okumakta fayda vardır. Salık veririm.

Hz. Muhammed’in (a.s.v.) evrim öğretisi:

Yüce Allah bildirmiştir:

-“Külle yevmin hüve fi şa’n – Tanrı her an bir inkilap'tadır”. (Rahman - 29)

Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) “İki günü bir olan kişi ziyandadır” buyurmuşlardır.([10])

Öyleyse İslam, skolastik (tutucu) değil, her an ilerici, doğanın ve evrenin her an evrim yapıp tekamülüne (olgunlaştığına) inanmaktadır. Bu durumda İslam, tekamülün, sonsuzluğunu kabul eder. Bu daimi ve sonsuz tekamülün olgunlaşmanın ilk habercisi de Hz. Muhammed Mustafa (a.s.v.) Efendimiz olmuştur.

İslam’ın evrimci olduğu yukarıda sözü edilen Tanrı ve o’nun büyük Peygamberin (a.s.v) kutsal sözleri ile 1400 yıl önce açıkça saptanmıştır.

Tanrı,

-“Ve küli’l hakkü min rabbiküm feme’n şae fe’l yü’min ve men şae fe’l yekfür – deki Ya Muhammed! Gerçek size Rabbınız dan gelmiştir. (Kur’an-ı Kerim). İsteyen iman etsin isteyen kafir olsun!..“ (Kehf - 29)

Ve yine,

-“La ikrahe fi’ddin – Dinde zorlama yoktur!” (Bakara - 256)

Bir başka ayette,

-“Leküm diniküm veliyedin – Sizin dininiz size, benim dinim bana” (Kafirun - 6)

İşte fikir ve vicdan özgürlüğü budur.([11])

Zekat’ın miktarı devletçe arttırılabileceği gibi, genel üretim araçlarından da vergi alınacaktır. Zekat ve öşür yirmide bir, onda bir, beşte bir miktarlarında artırılabilir. Bunu devletin yasama organı ülkenin ve halkın durumuna, zamanın koşullarına göre ayarlar. İslam da öncelik tevhidi, dini sonra toplumun menfaatini korumaktır. Dini ve milleti korumak için de devleti güçlü kılmaktır.

İslam da üreticinin ürününü tarlada veya yolda almak yasaktır. Üretici o günkü rayic bedeli bilecektir. Devlet gelirleri haşr suresinin 7,8’inci (fidye ayeti) ayetine göre 5’e taksim edilecektir: beşte biri devletin giderlerine, beşte biri peygamberin ailesine, Ehl-i Beyt ve Haşimilere (seyidlere, buna büyük din bilginleri de dahil edilebilir. Fıkıh ve tasavvuf bilginleri gibi) ancak Ehl-i Beyt’in dışındakilerin başka gelirleri olmayacak, başka geliri olan yani muhtaç olmayanlara verilmez. O zaman artan miktar devlete ayrılır.

Beşte biri yetimlere (kimsesiz çocuklara) beşte biri iş güçünden yoksun olanlarla türlü nedenlerle yoksullaşan kişilere, (miskinlere) ([12]) beşte biri misafirlere (devlet için yolculuk eden, devlet ve millet için çalışan, devletin türlü elemanlarına).

İslam da faiz (emeksiz ve risksiz kazanç) haram, ticaret helaldir. İkisini bir tut Kur’an’a göre([13]) çarpılır. O insanın fiziki ve ruhi (psikolojisi) yapısı bozulur. Suratı, sureti insandan çıkar. Yüzünün şekli değişir. Sureti biçimsiz ve hor bir şekil alır.

Ticaret kelimesi de ücret kelimesi gibi aynı mastar kökünden türeyen bir kelimedir. Ticaret de bir ücrettir. Yani bir emek ve zahmet karşılığıdır. Çünkü ticareti herkes yapamaz. Eskiden peygamberimiz zamanın da Mekke ve Medine halkının gereksinimi için tüccarlar Yemen, Kahire, Tahran, Şam gibi uzak yerlerden kervanlarla eşya getirirlerdi. Bu , o zaman için çok çetin bir işti türlü riskleri vardı; tabiidir ki bu zahmetli işin ya da emeğin bir ücreti olmalıydı. Kar anlamında değil; o zahmet ve risklere kısaca sarfedilen emeğe karşı bir ücret anlamınaydı. Halkın gereksinimi giderdiği için emeğine yorgunluğuna karşılık bir ücret ödenecekti. Allah ticareti serbest bırakmış, Peygamber de kar haddi koymuştur.(%5 ile %15 kar haddidir). Pazarlık da bu kar haddi içindedir. Kar haddinin üzerine çıkan fahiş kar yaptığında islam’a göre cezaya tabidir.halbuki bugünkü gelişen iletişim ve ulaşım araçları sayesinde devlet (islam’da emir el mü’minin) buna telefonla da yapar. Halkın ihtiyacı olan eşyayı getirtebilir.

İslam’da çarşı Pazar vardır. Alış-veriş perakende ticaret halka, esnafa aittir. Bizim yukarıda dediğimiz toptan eşya nakliyatının devletin yapma olanağının bu çağda doğmuş olduğudur. Toptan eşya ticaretinin karıda devlete ait olur.

İslam’da küçük esnaftan ve küçük el sanatları ile ticaret yapanlardan vergi alınmaz. Ücretle çalışan emekçilerden de vergi alınmaz. Bu konuda bir nas (islami delil) yoktur. Devlet kendi memurundan da vergi almaz bu konuda da islami delil yoktur (yani emekçilerden ve memurlardan vergi alınır diye dir nas-islami delil yoktur). Dış ticareti ve toptancılığı devlet yapabiliyorsa, devlet yapar. Çünkü İslam daimi tekelleşmeyi önler:

“Ta ki bu mal (kapital) zenginleriniz arasında dolaşan devlet olmasın”(Haşr-7).

Akar getiren ev, apartman, dükkan, fabrika v.b. hepsinin gelirinden zekat ve vergi alınır. Zekat’ı devlet toplar ve zekat fakirlerden sekiz sınıfın hakkıdır.([14])

İmam Şafii’ye göre bir kimse zekat vermeden iş yapamaz. Önce zekat’ını verecek sonra ticaret v.s. iş yapabilecek. Ayrıca Şafii’ye göre fukaranın zekat’ı almak için direnme hakkı vardır. Zira;

“Zekat fukaranın hakkıdır.”(Zariyat-19)

çünkü fakir, bizzat zenginin malının 1/40 hissedarıdır. Bu miktar, emir el mü’minin’in koyduğu miktar kadardır: 1/40, 1/30, 1/10, 1/5 toplumun durumuna göre;takdir Peygamberin ve emir el mü’minin’in (devlet reisinin )dir. Allah Kur’an’da zekatın miktarını bildirmemiştir.

İslam da aslolan Allah'ın dinini korumak ve yaşatmaktır.bunun içinde hukuka dayanan adil ve güçlü devleti ayakta tutmaktır.amaç din ve toplumdur (millettir).devlet araçtır.devlet daima toplumda dengeyi sağlamak zorundadır.toplumsal denge bozulursa toplum karışır,devlet zayıflar.devlet zayıflarsa din ve toplum tehlikeye düşer.Kim ne derse desin?

İslam'ın ekonomisi cemaatcı-toplumcu ekonomidir.toplumun yararına olmayan ekonomiyi kabul etmez.Devlet,ağanın-beyin(zenginin) keyfine çalışmaz devlet toplumdan yanadır.Zenginden yana tavır koyamaz.Muhtaçtan yana tavır kor.Zenginler fukaraya vazifesini yapmazsa devlet onları hizaya getirir.([15])

Ayrıca İslam da kira yoktur.([16]) sonraları (dört mücdehid’den sonra) bazı alimler kirayı caiz gördüler. İslam’da devlet başta ekonomi; her konuda (dini ve milleti korumak için) müdahalecidir. İslam da devlet sadece iki şeye asla müdahale etmez: kişinin inanç ve düşüncesine birde konut masumiyetine – bazı istisnaların dışında kimsenin evine izinsiz girilmez ve evlere kapısından girilir.

Eğer bir devlet müdahaleci ise liberal değildir. Öyleyse islamda liberalizm yoktur. İslam devletinin müdahaleci olduğu ise kesindir. (Hz. Ömer, çarşıyı, pazarı, her şeyi bizzat gezerek kontrol altında tutmuş arazileri öşür karşılığı kira ile çiftçilere bırakmıştır).

Birde,

“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya yarın ölecekmiş gibi ahiret’e çalışınız” Kelam-ı Kibar’ını Hadis diye aktarmaya çalışırlar.

Suyuti’nin, Camiussağir 1977 basım, Cilt 1, Sayfa 359’un dipnotunda Ezher Üniversitesi hocalarından Muhammed Hasan Deyfullah: “elimizde bulunan hadis kitaplarında bu hadis’in ravisine rastlamadım” der. Hadisler, metin ve ravilerle sağlam hadis olurlar. Ravisi olmayan ve diğer hadis kitaplarında bulunmayan hadisler, uydurma hadislerdir. Suyuti gibi hadisçiliği meşhur olan bir zat’ın ününden faydalanılarak; kitabına böyle bir kelam-ı kibar (güzel söz) hadis diye konmuş ve Müslüman’lar yutturulmak istenmiştir.

Normal bir insan iki işle aynı anda uğraşamaz yani kişi hem namaz kılacak aynı anda hem duvar örecek yada hem namaz kılacak kemde cıvata bükecek aynı anda olamaz. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışan insan hemen ölecekmiş gibi ahirete çalışamaz. Peygamber Efendimizin(a.s.v.) böyle bir sözü söylediğini ispatlayamıyorlar.

“Layükellüfullahu nefsen illa vüs’eha… - Allah kimseye yapamayacağı işi teklif etmez”. (Bakara - 286)

Sonra “veren el alan elden üstündür” hadis-i şerif’ini söylerler ama bu hadis-i şerifteki veren ele, müttaki bir zata ait olan eldir. Kişi haram para kazanacak, haram yollardan bir sermaye oluşturacak; sadaka verdiğinden üstün bir insan olacak. Bu konu çarpıtılmaktadır.

Şu Hadis-i de görmezlikten gelirler:

“Haram para ile verilen sadaka, sidikle el yıkamak gibidir.”

Müslümanları dünyaperest etmek için bu tür hadisleri söyleyenler, uyduranlar konuyu çarpıtıyorlar. Halsız kazanç sağlayan zenginlere hoş görünmek istiyorlar.

Aslında “veren el, alan elden üstündür.” Hadis-i Şerif’i çoğunlukla Maneviyata yöneliktir. Yani Maneviyatta veren el, alan elden üstündür.

“İçinizden fazilet sahibi olanlar, olmayanlara versinler.(Nur - 22)


[1] Bkz. Kur’an-ı Kerim: Âraf – 85, En’ am – 152, Hud – 84 – 85, Şuara – 182, Rahman – 8 - 9, Âyetler.

[2] “İslâmiyette rahiplik (ruhbanlık) yoktur”. (Hadis-i Şerif).

[3] Öşür: Zirai gelirlerin ondabiri.

[4] Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur: “bir kimse, yiyecek maddesini 40 gün saklayıp, ona sadaka olarak verse; yine de ihtikarının (karaborsa) günahına kefaret olmaz”. (HZ. Ali k.v.’den Deylemi; Enes r.a.’den hatib.)

[5] Suyuti, Camiüssağir, C.2, S.385. Çev. A. Aydın. İst – 1977. Enes b. Malik r.a.’den,bezzar ve taberani.

[6] İbn-i Ömer r.a. ‘den, selamet yolları. C.3, S.172. ayrıca, ibn mace, beyhaki ve taberani.

[7] İslamiyet, sefahati şiddetle men ve reddedip, sufehanın malına el koymayı önermiştir. Çünkü İslamiyet; milli gelirin , kişilerin kendi nefisleri için boşuna ve boş yerlerde tüketilmesini asla kabul etmez! İsraf haramdır(dinin haram ettiği her şey ise israftır). İslamiyet; emeği, devleti ve toplumu en kesin bir açıklıkla savunmuştur. buna rağmen materyalist diktacı sosyalistlerin dinimizi kabul etmemelerinin nedeni; sadece tanrı’ya ve ahlak’a inanmamalarındandır. Kapitalist ve liberallerin de İslam ekonomisini kabul etmemelerinin nedeni; islamın yukarıda açıkladığımız sefahat ve lüks içinde yaşamayı ret ettiğinden ileri gelmektedir. Çünkü burjuva(zenginler) sefahat ve lüks hayat yaşamayı ister yada bu yaşantıya alışmıştır. Bu nedenle; aslında islami sistemin en büyük aleyhtarları, genelde liberal burjuva kesimidir. Yalnız; münafıklık edip İslam görünürler (iyilerini tenzih ederiz). Tanrı, Kur’an’da, Mekke’nin kapitalist alçak burjuvası hakkında;

-Ya Muhammed! Onlar, aslında seni inkar etmezler. Senin neyini inkar edecekler?.. (yani senin peygamber olduğunu bilirler!) ancak onlar alışmış oldukları çirkap hayattan çıkmak istemedikleri için seni yalanlarlar (yani sana karşı direnirler!) (Bakara–146. Nahl - 107) buyurmaktadır.

Tanrıya ve özgürlüğe inanan demokratik sosyalistlerin ise; bu Muhammedi ekonomik görüşe karşı geleceklerini zannetmek bile istemem!...

[8] Mihir: boşanma olduğunda, kadına tanınan müddet sırasında, onun geçimini sağlayacak para .

[9] Bkz. “İslam tarihinde” ilgili konu.

[10] Mevlana, mesnevi, C.6, S.432.

[11] Bkz. İnsanda yükselme, Kazım Yardımcı, S.42-53.

[12] Kur’an’a göre miskinler türlü nedenlerle iş gücünden yoksun olanlardır. Fiziki ve zihni noksanlıkları olanlar gibi.

[13] Bkz. Ayet: “faizle (riba) ticareti bir tutmayın” (Bakara - 275).

[14] Bkz. Hz Peygamber (a.s.v.) ve dört halife döneminin uygulamaları

[15] Bkz. Said-i nursi efendinin devlet felsefesi isimli kitabı; Muhammed ebu Zehra, imam-ı şafi, İslam da siyasi ve itikati devletler tarihi; Osman keskin oğlu; fıkıh meseleleri; seyid kurub; İslam da sosyal adalet; prof. Hüseyin perviz hatemi, İslam açısından sosyalizm, prof . Mustafa sibai (suriyeli), İslam sosyalizmi.

[16] Cabir, peygamberimizin(a.s.v.) şöyle buyurduğunu bildirmektedir. “toprağı olan toprağını ekip biçsin. Eğer yapmazsanız veya ekip – biçmeye güçünüz yetmiyorsa toprağınızı Müslüman bir kardeşinize terk edin. Kiraya vermeyin”. (ibn al kuayim, tahalhib sümen, ebu Davud) kahire (C.5, S.56-57).

Ayrıca salim ibn Abdullah’dan aynı anlamdaki hadis: Buhari, Müslüm ve ebu Davud’dan.

Paylaş: