Ehl-i Beyt’i sevmek

Salik’in (Tanrı yolcusunun), Ehl-i Beyt’i sevmesi (Muhip olması) lazımdır.

Yüce Rabbımız buyurur:

-“İnnema yüridullahu liyüzhibe ankümürricse Ehl-el beyt-i veyütehhireküm tethira – Ehl-i Beyt mutahhardır. Tahir (temiz, tertemiz) dır. Allah onların Tahir olmasını irade etti (diledi)” (Ahzab - 33)

Tanrı yolcusu her Müslüman’ın, Hz. Peygamber (a.s.v.) Ehl-i Beyti’ni muhakkak sevmesi lazımdır. Yüce Peygamberimiz buyurur:

“Sizi maddi ve Mânevi bakımdan beslediği için “Allah’ı” seviniz. “Beni”, Allah sevdiği için seviniz. “Ehl-i Beyt”imi ise, ben sevdiğimden ötürü seviniz.”([1])

Ehl-i Beyt’i sevmeyenin, imanı yoktur. Ehl-i Beyt’i sevmek imandandır. Çünkü Ehl-i Beyt, yani “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin hazretleri” Efendilerimiz([2]) Resullah’a (a.s.v.) tam inanan, ona tam uyan, onun yoluna can, baş koymuş, onun sünnetini (yaptıklarını) tam yapanlardır.

Onları sevmeyen, (bu nedenle) “Peygamberi (a.s.v.) ve onun dinini, yolunu sevmiyor” demektir([3]).

Peygamberi sevmeyen de dinsizdir, Allah’ın düşmanıdır. Ehl-i Beyt’i seven , Peygamberi (a.s.v.) ve onun dinini sever. Ehl-i Beyt’in yüceliği, temizliği hakkında sevgili Peygamberimizin çok Hadisleri vardır.([4])

Ehl-i Beyt’in sevgisi de şöyle belli olur: Onların bol bol bahsi edilir. Sohbeti yapılır. Tabii, “Peygamberin (a.s.v.) yolunda gitmek, Kur’an’dan ayrılmamak”, baş koşul…

Ancak Kur’an’a tabi ve Sünnete riayet ediyor gibi görünüp de, Hz. Ali (k.v.) ve kutsal oğullarının (Onlara selam olsun) sık sık sohbetini yapmamak; onların baş düşmanı olan Muaviye’yi müdafaa etmek (savunmak), Ehl-i Beyt sevgisi ile bağdaşmaz.

Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur:

“Ben gidiyorum, size “iki emanet” bırakıyorum: Kur’an ve Ehl-i Beyt ’im.”([5])

Bir taraf, Kur’an-ı Kerim’den yana gözüküp Ehl-i Beyt’in bahsini ya da konusunu açmamakta; sohbetini sık sık yapmadığı gibi, Ehl-i Beyt’in, Ehl-i Beyt İmamlarının (Onlara selam olsun) adını dahi bilmemekte…

Bir taraf da, Ehl-i Beyt’i tutuyor görünümünde, Kur’an’dan bir şey bilmemektedir. Kur’an’ın emirlerini tutmadığı gibi, Kur’an’ın buyruklarını (Namaz, Oruç, Gusül gibi…) İnkâra kalkışmaktadır.

Bunlar, “yanlış” yollardır. Her iki taraf da saptırılmıştır.

Gerçek şudur: “Kur’an-ı seven, Ehl-i Beyt’ten; Ehl-i Beyt’i seven de Kur’an’dan ayrılamaz.” Ayrılan sapar! Kuş, “iki kanatlı” uçar. Tek kanatla uçulamaz…

Nur Risalelerini yazan Said-i Nursi Efendi, “Hakikat Nurları” ve “Mektubat” isimli eserlerinde bu hususa çok yer ayırmıştır. O da Peygamberimizin (a.s.v.) “bize iki şey bıraktığını” bunların da “Kur’an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt olduğunu”; “Cemel Vakası” ile “Sıffeyn Harbini” birbirine “karıştırmamamızı”, açık yüreklilikle açıklamıştır. Mektubat’ının 12 ile 124. sahifelerinde Ammar (r.a.) ı öldüren tarafın “tâği (âsi)” olduğunu, bir Hadisle ispatlamıştır.([6])

Ammar Bin Yasir (r.a.) Hazretlerini, Muaviye ve taraftarları öldürmüştür. Yine Muaviye ve taraftarları, Veysel Karani Efendimizi, Hz Ebubekir Efendimizin oğlu Muhammed’i de (r.a.) “Sıffeyn” de öldürmüşlerdir. ([7])

Said-i Nursi efendi bütün mollalara rağmen, bu konuda çok cesaretle ve bilimsel şekilde “Cemel Harbi”nin, bir “İctihad” harbi olduğunu, “ama Sıffeyn’e gelince” diye başlayarak, “Ali İbni Ebi Talib (k.v.) Hazretlerinin”, “Din ve Hilafet harbi” yaptığını, Muaviye İbni Ebi Süfyan ve taraftarlarının “Saltanat ve Siyaset harbi” yaptıklarını; ”Sıffeyn’in ictihat harbi olmadığını” açıklamıştır.

Hatta bu zat, “Mülûki Emeviye’nin (Emevi Melikleri krallarının). Bütün bütün Din-i İslam’ı “ortadan kaldırmayı” istihdaf ettiklerini (hedeflediklerini), ancak Hz Ali’nin (k.v.) efendimizin önleyebildiğini; zaten Hz Ali’nin “Şâh-i Velâyet” olduğu halde dördüncü halifeliğe kalmasının nedeninin de bu olduğunu; Hz Ebubekir, Hz Ömer ve Hz Osman (Allah onlardan razı olsun) Efendilerimizin, Muaviye ile ”baş edemeyeceklerinden”, Hz Ali (k.v.) Efendimizin “Dördüncü Halife olduğunu” yazmıştır.

Allah ondan ve onun gibi “gerçeği” korkmadan, açıkça yazan İslam âlimlerinden razı olsun. Onun eserleri, okunmaya değer doğrusu. Tavsiye ederim.

Hz Ali’yi (k.v.) seven, Muaviye’yi sevemez. Hz Ali’yi (k.v.) sevmeyenin de imanı olmaz!...([8])

Bu konuları ikinci kitabımız, “İSLAM’DA MEZHEPLER VE YÜKSELİŞ” ile “GÜNAHSIZLAR”da, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Âyetleri, sevgili Peygamberimiz (a.s.v.)’in Hadis-i şeriflerinin ışığı altında, İslam Tarihlerinin anlatımıyla detaylı olarak inceledik. İrdeledik ve saygı değer okuyuculara sunduk. Tavsiye ederim.

………

Ya Rab! Bizi dur (uzak) etme evlâd-ı Ali’den!...

Biz de O’nun bendesiyiz tâ ezelden, “kâlu beli”den…([9])

Salik derse başladığında başta Hz Peygamber (a.s.v.) efendimize, Hz. Şâh-i Velâyet Aliyyel Mürteza (k.v.) Efendimize ([10]), Hz Hasan ([11]), Hz Hüseyin ([12]) Efendilerimize, Aşere-i Mübeşşere (On Cennetlik) ([13]), Hırka-i Piran’a ([14]) ve Dört Büyük Gavsullah (Hz. Seyyid Abdulkadir Geylani ([15]), Hz Seyyid Ahmed El Rufai ([16]), Hz Seyyid Ahmed El Bedevi, ([17])

Hz. Seyyid İbrahim Dusuki ([18]) (r.a.) Efendilerimize ve kendi üstadına Fatiha verecek. Sure-i Fatiha’yı okuyup mukaddes ve pâk Ruhlarına bağışlayacaktır.

O büyüklerin yanında “Fatiha” nın değeri çok yüksek ve sonsuzdur. Kerim (cömert) ve Mukaddes Ruhlar; muhakkak hediyeye hediyeyle karşılık verirler (mukabele ederler).

Allah’ın selamı ve rızası, rahmeti, onların üzerine olsun!...([19])

Salik, Mü’minleri rahatsız etmeyecek.

Mü’min kardeştir. Kardeş; kardeşe (kardeşlik) edendir. Onu rahatsız eden değildir. Kardeşini inciten, rahatsız eden, mutluluğunu paylaşmayan kardeş sayılmaz.

-“Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayıp: birbirinize düşman olduğunuz halde, kalplerinizi birleştirdi. Onun nimeti ile kardeş olunuz. Ateş çukurunun kenarında idiniz, Allah sizi düşmekten kurtardı…” (Al-i İmran - 103)

Kardeş, kardeşinin işini düzeltir. Onun yüzünü güldürür. Onu, kendi nefsinin bir parçası bilir. Gerçekte de böyledir. Kardeşlik budur. Bundan ötesi, kuru laftır. Laf kardeşliğidir.

Yukarıda sıraladığım yardım ve sevgi olmazsa, kardeşlik bozulur. Kardeşliğin bozulduğu bir toplumda da, Tanrı yardımını keser.

Kardeşler arasında yardımlaşma, sıradan süslü sözlerle değil, kişilerin bizzat birbirleri ile ilgilenmeleriyle olur. Kardeşlik, menfaatleri gözetlemek ve maddi yardım etmekle; bol günde olduğu gibi dar günde de hemen yanında olmakla olur.([20])

-“İnnemel Mü’minune ihvetün Mü’minler kardeştir.”(Hucurat -10)

Kardeşine yardımı dokunmayanın, ya da kardeşini rahatsız edenin, başka insanlara hiçbir hayrı olmaz.([21])

Salik, Mü’minlerin kalbini kırmayacak.

“Yere, göğe sığmam. Mü’minin kalbindeyim.”([22])

Bunu bilmek yeter. Mü’minin kalbi, Tanrı’nın evidir. Kâbe’dir hatta…

Mü’minin kalbi, Beytü’l Mamur’dur. Yani Tanrı tarafından imar edilmiş evdir.

Mü’minin kalbi, Tanrı’yı yansıtan “kutsal ayna”dır. Bu gerçeği her mü’min bilir.([23])

Bu durumda, “İnançlı kişinin kalbi” nasıl kırılabilir? O nedenle Salik, Yani Kutsal Tanrı Yolcusu, bu konuda çok dikkatlidir. Az da olsa, kalp kırmaktan olabildiğince kaçınır. Kırık kalpleri yapmaya çalışır.

Kalp, şişeye benzer. Şişe gibi, kalp de kırılmaya görsün… Kırılan kalp artık bir türlü ilk halini almaz.

Allah korusun!...([24])

Salik tesir altında kalıp, yalancı şahitlik yapmayacak.

Yalancı şahitlik; ya korkudan, ya menfaat karşılığında, ya hatır için, ya da herhangi bir düşmanlıktan (husumetten) yapılır.

İnsan durup durduğu yerde, yalancı şahitlik yaparak bir tarafı zarara sokmaz. Yalancı şahitlik bir tarafa çok zarar verdiği gibi, aynı zamanda çok büyük günahtır. Allah, yalancı şahidi, lânetler. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de çok korkutucu Âyetler vardır.([25])

Yalancı şahitlik, bir tarafın canına malına zarar verebilir. Bir tarafın haysiyet ve şerefinin sarsılmasına, onun toplum içinde “gezemez” duruma düşmesine sebep olur. O nedenle, kendini bilen, her türlü menfaati, korkuyu ve riski, yani zarara uğrama tehlikesine aldırmadan yalancı şahitlik yapmaz.

Yalancı şahitlikten, tüm kötülükler gibi; Allah’ın büyük yardımına ve merhametine sığınırız. ([26]) “Allahümmahfezna…” Ey yüce Rabbimiz!… Allahım!.. Sen bizi, fazlı rahmetinle böyle şeylerden koru, esirge!..([27])

Salik, içki içmeyecek.

İçki (hamr); içki de alkol bulunan içeceklerdir. Söz gelişi şarap, üzüm ya da başka meyve sularını türlü yöntemlerle mayalandırarak elde edilen alkollü içkidir. Bu tür insanın aklına zarar veren maddeleri içmek yasak, yani haramdır.

İçki, insanın şuurunu (bilincini) zedeler. Şuuru zedelenen insan kötü şeyler yapar. Kendisine, ailesine ve çevresine zararlı olur. İçki nice ocakları söndürüp ve nice yuvaları dağıtmıştır.

Aklı sıra insan, içki içmekle kendinden kaçmak, kendini unutmak istemektedir. İnsan, “kendini bilmedikçe”, “sıkıntıdan” kurtulamaz. Kendini bilmekle, “kendini” aşar. O zaman,”ikilikten” kurtulur. Kendisinin, kendi olmadığını, “hakkın belirtilerinden bir belirtisi olduğunu” ve hak olduğunu anladığında “mutlu” olur. Kendini ayrı Rabbini ayrı bildikçe; ikilikte, kesrette kalır. Huzuru bozulur. Tekliği, birliği bulunca rahatlar.

İşte bu “tekliği ve rahatlığı” bulamayan insan, bütün dünya kendisinin de olsa, mutlu olamıyor. O zaman kendinden uzaklaşmaya çalışıyor. Bunu, kolay yoldan, içki içmekle telafi etmeye (boşluğu doldurmağa) çalışıyor. “Geçici bir süre” kendini unutup, rahatlamak istiyor. Halbuki bu, çözüm değildir! Geçicidir. Ve her içtikçe, daha bir karanlığa gömülür.

Gerçek içki “Mârifet” ve “Aşk”tır.

Aşk şarabını içmeyen ikilikten ve dolayısı ile sıkıntıdan kurtulamaz.

-“Ve sekâhüm Rabbühüm Şeraben tehura – Ve Rableri Onlara, tertemiz şarap içirir.”(İnsan - 21)

Pâk şarap budur. Bu şarap, bu elle, bu dudakla içilmez. Onun sâkisi İmam-ı Ali (k.v.) Hazretleri Efendimizdir. İç Âlemde O mukaddes Şâhın, (mukaddes) eliyle Ruha sunulur. Ruh içer. İçen Vahdet’i (Sonsuz Birliği) bulur. Onu içmeyen kesrette (çoklukta) kalır…

Bazıları kendilerini kandırıp, Tasavvuftaki “şarab, sâki, dilber, meyhane” sözcüklerini “maddi” sanıyorlar. Asla öyle değildir! Biraz açalım; Meyhane, İnsan-ı Kâmil’in bulunduğu mahal (yer). Dilber (yani gönül alan eşsiz güzel), Hz. Muhammed (a.s.v.). Sâki, Hz. Ali (k.v)’dir. Mey, Hz. Muhammed’in (a.s.v.), muhabbetidir. Ona olan şiddetli, ateşli sevgidir.

Bazıları da dervişlerini kandırıp, “biz içkiyi aldığımızda, onu (içkiyi) değiştiriyoruz: gerçek pâk şarab oluyor.” Bize helâl, diyorlar. Böyle bir şey ne Peygamber (a.s.v)’da, ne Hz. Ali (k.v)’de ne de meşhur Pirlerden, Evliyalardan birisinde görülmemiştir!.. içki, iç Âlem’deki içkidir. Gerisi safsata ve bilmez insanları şaşırtmaktır…

Tasavvufu anlayan gerçek bir Yolcu, asla içki içmez. Böyle safsatalara itibar etmez. İçkiden, içki meclislerinden uzak durur.([28])

Salik, kumar oynamayacak ve uzak duracak.

İslamiyet, kumar oynamayı da, oynayanlara bakmayı da yasaklamıştır.

-“Ey insanlar! İçki, kumar… Şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.”

“Şeytan, içki ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan (zikretmekten) ve namazdan alıkoymak ister.” (Maide – 90-91).

Kumar, insanı “sorumsuzluğa ve ahlâksızlığa” yöneltir. Halbuki insan; kişiyi topluma karşı “sorumlu” ve “ahlâklı” olmaya çağırır.([29])

Kumar, “zaman israfına” ve “Tanrı’ya gafil olmaya” neden olur. Kumar nice ocakları söndürmüş, nice toplumları bozmuştur.

Kumar, insanı, “çalışmadan kazanma” nın şeytanca tasarılarına yöneltir. Bu durum da, Kur’an-ı Kerim’de “övülen” insana yakışmaz:

-“insanı en güzel şekilde yarattık.” (Tin - 4)

Kutsal alın teri ve el emeğinin o doyulmaz tadına varanlar, kumar yoluyla “insanları kandırmaya ve sömürmeye” tenezzül etmezler…([30])

Salik, şehvet peşinde gezmeyecek.

Bu konu kitabın birinci bölümünde de işlenmiştir. Orada gerekli, ya da yeterli açıklamayı yaptığımız kanaatindeyiz. Yalnız konu ile ilgili olduğundan aşağıdaki Hadis-i Şerif’te anlatılanları yazmadan geçemedik:

Gencin biri, Resul-i Ekrem’e gelerek:

-Ya Resulallah! Zina etmek için bana müsaade eder misin? Dedi. Orada bulunanlar “bu ne terbiyesizlik” diye bağrıştılar. Resul-i Ekrem:

-Delikanlıyı bırakın yanıma gelsin buyurdu. Genç de Resul-i Ekrem’e yaklaştı. Resul-i Ekrem:

-Anan ile başkasının zina etmesini sever misin? Buyurdu. Genç:

-Canım sana feda olsun sevmem, Ya Resulallah! Dedi. Resul-i Ekrem:

-Aynı senin gibi, kimse de annesi ile başkasının zina etmesini sevmez! Buyurdu. Devamla:

-Kızına zina yapılmasını sever misin? Buyurdu. Genç:

-Canım sana feda olsun sevmem Ya Resulallah! Dedi. Resul-i Ekrem:

-İnsanlar da senin gibi, kızlarıyla zina yapılmasını sevmezler, buyurdu. Devamla:

-Kız kardeşin için bunu sever misin? Buyurdu. Genç:

-Canım sana feda olsun sevmem Ya Resulallah! Dedi. Hala ve teyzelerini de saydı, hepsi içinde genç aynı cevabı verdi. Resul-i Ekrem’de aynı karşılığı tekrarladı… Resul-i Ekrem (s.a.v.) mübarek elini delikanlının göğsü üzerine koydu ve :

-Allah’ım! Kalbini temizle, günahını bağışla, iffetini koru ve kendisine zinayı her şeyden çirkin tanıt, zinadan nefret ettir! Diye dua etti. Resulallah’ın bu mübarek duasından sonra o gencin nezdinde zinadan daha fena bir şey olmadı.([31])

Salik, nefsine hâkim olmaya çalışacak.

Nefis (Nefs), kötülüklere meyilli, canlı bir varlık gibi duygusal Tanrı tarafından insanın içine konulan kızgın, siyah bir dumanı andırır. Nefis, boş ve kötü hayvansal duygular, ya da arzuların kaynağıdır.

-“Nefsi, kötülüklerden uzak bilmeyin. Nefis, kötülüğü emredicidir.” (Yusuf - 53)

İnsan, bütün nesnelerin, - iyi veya kötü – özüdür. Yani onda, maddi Mânevi her element bulunur. Ruh, “Rahmani”; nefs, “kahri”dir. Bu nedenle Yüce Rabbimiz ve Sevgili Peygamber’i (a.s.v) bizleri sürekli uyarmışlardır:

-“Cihad (savaş) isteyen, kendi nefsiyle Cihad etsin.“ (Ankebut - 6)

-“Asıl mücahid, kendi nefsi ile mücahede de (savaşımda) bulunandır.([32])

Nefse uymayanlar, zamanla “ilk yaratılış” durumuna geçip; Tanrı’ya yakın olma mutluluğuna ererler. Nefse uyanlar ise insanın düşmanı olan şeytanı sevindirirler.([33])

Bu konuda “Hoca-i Ârifan (Âriflerin büyük öğretmeni) Seyyid Ahmed er Rufai’nin (Allah Ondan razı olsun), Onların Âlemi”nde([34]) şunlar yazılıdır:

“Şunu iyi bilmek gerektir ki, nefsin hâli bela ve fitneciliktir. Onun tümü ıslah edildiği zannedilse yine yarısı fena olur: İslah olmaz.

Beyazıd-ı Bestami’nin (Allah Ondan razı olsun) anlattığı şu sözler ne kadar güzeldir: Allah dostlarının sözlerinde şifa olur. Bu sebeple onun şu güzel sözlerini dinleyelim: yaptığım ibadetlerime baktım, çok karışıktı. Sonra nefsime baktım, araştırdım, her nerede bir bela olsa, mutlaka onun parmağını gördüm.

Hiçbir zaman şirksiz bir iş yaptığını tespit edemedim. Halbuki Allah, şirkle yapılan ibadetlerin hiç birini kabul etmiyordu. Bunun üzerine (nefsimi karşıma alarak) ona: Ey Şer Kaynağı! Allah, seni daha ne kadar tevhidine çağıracak… Ve sen bu pisliğinle kalacaksın… Bu şirk derdi beni fazla üzdü. Onu sığaya çekmek istedim. Bir ocak yaktım. O ocağa Hak ateşini koydum. Yokluk nişadırını attım. Vahdaniyet tuzunu ektim. Allah’ın emir ve yasak çekiciyle onu dövdüm. Bu işte hayli güçlük çektim. Sonunda onu, yine şirk içinde buldum. Büyük bir felaketle karşılaşmış gibi “Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz” (Bakara - 156) dedim.

Bu ceza ile yola gelmedi. Belki iyilikle yola gelir diye düşünerek yumuşak davrandım. İlâhi lütuf ve kerem kokularını ona tuttum. İyilik ve her güzelliği gösterdim. Hayli sıkıntıya rağmen, halini incelediğimde yine şirk içinde buldum. Ne iyilik nefsimi yola getirdi, ne de kötülük…

Sonra, onu “Ehadiyet (Tanrı tekliği)” köşesine yerleştirdim. Teklik taşlarıyla vurmaya başladım…

Bu kere onu zor duruma koydum… Ona bir zavallıya bakar gibi baktım. Tamamen ümidimi kestim. Onu, bir daha hayrıma ve şerrime yaramayacak bir şekilde gördüm. Bundan sonra onu üç defa boşadım. Öylece bıraktım. Tek başıma kaldım. Rabbıma döndüm, şöyle dua ettim: “Senden başka kimsesi kalmayan zavallının duası gibi sana yalvarıyorum”, dedim ve devam ettim…

Doğruluğum tam olduğunda, nefsimden ümidim kesildi. İşte ilk defa duam o zaman kabul oldu. Ve şu duayı okudum: “Ya Rabbi, nefsime tamamen beni unuttur.”

Nefisleriyle mücadele edip “Olgunlaşanlara” ne mutlu. Onlara selam olsun!..([35])


[1] Abdullah b. Abbas (r.a.)den; Onların Âlemi, Seyyid Ahmed er Rufai (r.a.) Çev. A. Akçiçek, Rahmet ve Bahar Yay. Tirmizi, Tac Terc. Bekir Sadak, C.3, S.650, İst. 1973

[2] Resullah buyurdu ki Ehl-i Beyt; Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ’dir. İşte bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir, Ya Rabbi!” Ayşe Annemizden: Müslim, sahih, C.7, S.130. Ümmü Seleme Annemizden: Tirmizi, Sünen, C.5, S.663.

[3] “(Ya Muhammed) De ki! Allah’ı seviyorsanız, bana biat edin. Allah da sizi sevsin- sizi seve…” (Al-i İmran - 31).

[4] Bk. Hadis Kitaplarının birçoğunda “Ehl-i Beyt’in (Hz. Ali, Hasan, Hüseyin, Fatıma annemiz) efendilerimizin “faziletleri bölümü”.

[5] Zeyd b. Sabit’ten; Ahmed b. Hanbel, Müsned. C.3, S.17, Tirmizi, C.2, S.308.

Suyuti, Camiussağir, Terc. Abdullah Aydın, C.2, S.59. Ayrıca Ebu Hureyre’den;

Suyuti, Camiussağir. C.2, S.597. Ayrıca Teberani ve diğerleri.

[6] Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur: “Ammar’ı Muhakkak Asiler, tuğyan ehli (Azgınlar) öldürecektir”. (Buhari, Kitabus-salat; Müslim, Kitabü’l Fiten; Tirmizi, menakıb; Müsnet, Tabakat v.b.)

[7] Bu konular, tüm ayrıntılarıyla “İslam Tarihleri”nde vardır.

[8] Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur:

“Ali’yyün minni ve ene minhü - Ali bendendir, Ben Ali’denim”.

Bera b. Azib (r.a.)’dan Tirmizi, Tac Terc. Bekir Sadak, C.3, S.620.

“Ben kimin Mevlası isem, Ali de onun Mevlasıdır. Yani ben kimin efendisi isem Ali de onun efendisidir”. Zeyd b. Erkam (r.a.)den; Tirmizi, Tac Terc. C.3, S.619. Ahmed b. hanbel, Müsned, C.4, S.281.

[9] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.253-256.

[10] İmam-ı Ali (k.v.) Kabe’de doğdu. (598-661) mübarek türbesi Necef (Irak)tedir.

[11] İmam Hasan ( Allah bizi Ona bağışlasın). Medine de doğdu. (625-669) mübarek türbesi, Medine’dedir.

[12] İmam Hüseyin ( Allah bizi Ona bağışlasın). Medine de doğdu. (626-680) mübarek türbesi, Kerbela’dadır.(Irak)

[13]Aşere-i Mübeşşere (On Cennetlik): Hz Ali, Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman, Hz Talha, Hz Zübeyr, Hz. Abdurahman b. Avf, Hz Sa’d b. Ebi vakkas, Hz Said İbn Zeyd. Hz Ubeyde b. Cerrah (Allah Onlardan razı olsun).

[14] Hz Muhammed Mustafa (s.a.v)’dan başlayarak, Tarikat kolunun devamı olan İnsan-ı Kâmiller.

[15] Seyyid Abdulkadir Geylani: (1077-1165) Bağdat’ın “Geylan” kasabasında dünyayı şereflendirdi. Mübarek türbesi, Bağdad’dadır.

[16] Seyyid Ahmed Er Rufai: (1118-19. 1182-83) Basra’nın, “Arz-ul betayih”ten. ”Ümmü Ubeyde” kasabasında dünyayı şereflendirdi. Mübarek türbesi, Vasıt (Irak)’tadır.

[17] Seyyid Ahmed El Bedevi: (1179-1276) Fas’ta dünyayı şereflendirdi. Mübarek türbesi Tanta (Mısır)dadır.

[18] Seyyid İbrahim el Dusuki: (1238-1294?) Mısır’ın Dusuk şehrinde dünyayı şereflendirdi. Mübarek mezarı Dusuk (Mısır) dadır.

[19] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.276.

[20] Enes r.a. ‘den, Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur: “İki kardeş, iki el gibidir. Biri, diğerini yıkar.” (Süllemi ve Deylemi’den)

[21] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.289.

[22] Kudsi Hadis’in tamamı: “Ne arzım (yeryüzü), ne Semam (gökyüzü) Beni ihata edemedi. Ancak takva sahibi tertemiz ve vera’ sahibi Mü’min kulumun kalbi Beni ihata etti”

Kırk Hadis, Sadreddin Konevi,S.82, Terc. Harun Ünal, Vahdet yayın, 1984 – İst. Acluni, Keşfü’l Hafa, C.2, S.195.

[23] “Biz emaneti, göklere, yere ve dağa sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, on (un sorumluluğun)dan korktular. Onu, “insan” yüklendi…” (Ahzap - 72)

[24] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.290.

[25] Bkz. Kur’an-ı Kerim: Nisa – 135, Maide – 8, Furkan – 72 ve diğer Âyetler.

[26] İslam’a göre bir şahidin tanıklığının makbul olması için şu niteliklerin onda olması şarttır: a-Şahidin: Müslüman olması, b- Hür olması, c-Adil olması (iyiliği kötülüğünden fazla), d-ergin olması, e-Kör olmaması, f-İftiracı olmaması, g-Söze, “şehadet ederim ki..” diye başlaması, gerekir.(Abdulkadir Karahan, Müslümanlığın temeli bil. 1986, İst. S.121).

[27] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.291.

[28] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.292-293.

[29] Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur: “Hepiniz çobansınız. Hepiniz sorumlusunuz. Toplumun başında bulunan, yönettiği insanlara karşı sorumludur. Baba, evindeki çocuklardan, hanımından sorumludur. Anne, evinden sorumludur…” (Camiussağir, C.2, S.79).

[30] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.294.

[31] “İbn Avf ile Ebu Umame’den; Ahmed b. Hanbel”

Gazali, İhya-u Ulum, (C.2, S.819-820)

Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.295.

[32] Fudalebe İbad’dan, Hâkim; Ayrıca, İbn Habban, Teberani, Tirmizi.

[33] Daha geniş bilgi için Bkz. “VARLIK; Kazım Yardımcı, ‘Yedi Nefis’ konusu. 1974 – İst. Genel dağıtım: Doğan Dağıtım – Malatya”

[34] Onların Âlemi, Hz. Seyyid Ahmed er Rufai, Çev. A. Akçiçek, S.81-82. İst- 1964

[35] Bkz. İnsanda Yükselme, Kazım Yardımcı. S.296-297.

Paylaş: