Âdil devlet sistemi

Şimdi gelelim ezilen toplumların ezenlere direnmeme nedenlerine:

Tanrı, ekonomik farklılığa dayanan bir hiyerarşi kurmuş; bununla insanların ihtiyacı çoktur. Ve insanın tek başına bu ihtiyaçlarının tamamını yerine getirmesi mümkün değildir. Her birey ancak bir ya da birkaç iş yapabilir. Yüzlerce işi tek başına yapamaz. Kişinin sanatı ya da işi, bir veya iki olabilir.([1])

Halbuki sanat (zanaat da denilebilir) çok çeşitlidir. Ve toplumun bunların hepsine ihtiyacı vardır. Elbise, ayakkabı, yiyecekler, tarım ürünleri, ev eşyaları v.b. gibi. Ayrıca insanların iş güçleri ve akılları da farklıdır.

Ancak Tanrı, kimseye emeğinin üstünde bir konum tanımaz.([2]) hırsızlığı, sömürüyü, zorbalığı - kaba kuvvet kullanmak, başkalarının emeğini, ürününü sömürmeyi, gasbı kabul etmez. Hileyi irtikabı, ucuz alıp pahalı satmayı, dolandırıcılığı başkalarının malını batıl suretle yemeyi ve mal-altın, gümüş, kıymetli eşya biriktirmeyi reddeder.

Yani tam eşitliği de, çok farklılığı da kabul etmez.([3])

Ancak “eşdeğerliliği” kabul eder. Emekte ve fikirde liyakata göre karşılığını almayı ister. Bundan da az da olsa bir farklılık olur. Bu suretle insanlar birbirine muhtaç olurlar. Ve biribirlerinin işini görürler. Bu farklılık ise bir hiyerarşiyi tabii kılar. Bir bakıma zorunlu bir hiyerarşi doğar. Bu hiyerarşi daha kalabalık toplumlarda devlet düzenine dönüşür. Devlet düzeni, hukuk düzenini gerektirir. Bunun adına da adil hukuka dayanan devlet denir. Adalet ise her şey içindir. Hukukun “ana kuralı” budur.

Tanrının istediği işte bu hukuka dayanan “Adil Devlet Sistemi”dir.

Şimdi burada biz İslam’ın ekonomik sistemini detaylı olarak açıklayacak değiliz. Onu, “İNSANDA YÜKSELME” adlı kitabımızda açıkladık. Bizim buradaki konumuz insanoğlunun bedensel ve ruhsal yanını incelemektir. Dolayısı ile bu insan niçin eziliyor? Niçin ezilmeye razı oluyor?.. Ona açıklık getirmek istiyoruz.

Beden ve ruhtan ibaret olan İNSAN, kendi bedenini ruhunu ve doğanın ve ruhun özü olan tanrı’sını bilmek…(Ki bunların hepsine “ibadet” diyoruz:)

“İnsanı ve cinni, bana ibadet (hizmet) etmesi için yarattım (Zariyat - 56) gereğini duyar.

Gerçek ibadet ise, tanrı’yı sevmektir. Bunun dışında insan, bu dünya yaşamından istemelidir?.. Ne kadar yararlanmalıdır?..([4])

Sağduyunun emri (mutlu olmak)

İnsan, Tanrı’sal olan Ruha ve Ruhun Akıl - Düşünce tarafına; yani sağduyuya mı uymalıdır, yoksa bedensel yanı olan nefsinin hevası, bedeninin içgüdüsel istekleri ve arzusuna mı uymalıdır?...

Sağduyu insana şunu emreder:

a) Bu dünya da zina yapmamak için kişinin bir eşi olmalı,

b) Eşini koruması.çocuklarını barındırması ve büyütmesi için bir evi olmalı,

c) Bir aileye ve bir konuta sahip olması içinde bir işi olmalı.

Öyleyse fikir kapasiten ve kolundaki enerjin, senin emeğindir. Çalış, emeğinin ürününü, karşılığını al; emeğinden fazlasına göz dikme!.. emeğinin karşılığını tam alırsan; normal bir konutunda olur. Kendine göre bir işinde olur.

Şu fani dünyada yaşadığımız müddetçe; kimseye muhtaç olmadan, ellere avuç açmadan yaşar gidersin. Aileni ve çocuklarını korur, kollarsın.kendini bilen insan içinde dünyada bundan daha büyük bir mutluluk olamaz!..([5])

Ancak…

Ancak ne emeğinin sömürülmesine razı olacaksın, ne de emeğinden çoğuna göz dikeceksin. Kendi emeğinin karşılığını liyakatına göre alacaksın. Üretime ne kadar katkıda bulunursan, tüketimden o ölçüde yararlanacaksın. Fazlasına, zenginliğe göz dikmeyeceksin.

Ama gel gör ki, bugün milyarlarca emekçi durumunda olan insanlar, emeklerinin karşılığını değil; bedensel arzularına, harislik (açgözlülük) içgüdülerine, tembellik tahakküm etme, seks içgüdülerine uyup emeksiz yaşamak istiyorlar. Hepsi mutlu azınlığa karşı olacaklarına, onların “lüks yaşam” biçimlerine özlem duyuyorlar. Yani bir konut değil, her bir yoksul emekçi bir yada daha fazla apartman sahibi olmak istiyor. Olumsuzu istiyor. Milyonlarca emekçi ‘Patron’ olmak; kısaca “kul”([6]) değil; “Efendi” olmak istiyor…([7])

Efendilik…

Efendiliği işçilikte değil, işveren olmakta arıyor, onların hayali ile yaşıyorlar. Bir toplumun tüm bireylerinin zengin olması olanaksızdır. Ama gerekirse işçi olur. Zaten farklılık liyakattadır.

Aşırı zenginlik; zorbalıkla, hile ve sömürmekle mümkündür. ([8]) İşte bu nedenledir ki; Ruhuna, sağduyusuna uymayan bedeninin dürtülerine, cismani arzularına uyan birey ve bu tür bireylerin oluşturduğu milyonlarca emekçi, yoksul insanlar, kendilerini sömürerek ezen yöneticilere direnemiyorlar. Hep onlar gibi (burjuva gibi) yaşamak istiyorlar ve bekliyorlar… Boş-ham hayale dalıyorlar.

Yıllarca bekliyorlar, bazen içlerinden 10 yılda, 15 yılda bir yoksulun, zengin olduğunu görüyorlar. On yılda bin yoksuldan biri zengin oluyor. Bu durum diğerlerini heveslendiriyor. Ve gene bekliyor…

İşte emeğinin üstünde bir yaşam isteyen insanoğlu; insan toplulukları hakkına, emeğin karşılığına rıza göstermediği için sürekli eziliyor ve sömürülüyor.

Tanrı, haksız istek sahiplerinden oluşan bir topluma yardım etmez.

Tanrı suçsuzdur.

“Tanrı hiçbir topluma zulmetmez. Toplumlar kendi kendilerine zulm – kötülük ederler. (Yunus - 44)

Yoksa sadece emeği ile yaşamak (alın teri ile), emeğinin karşılığını tam almak isteyen bireylerden oluşan halkın bilinçli, haklı, meşru, kitlesel direnişlerine hiçbir güç dayanamaz, yıkılır. O haklı halkın, dediği olur.

Tanrı, böyle hak arayan; hakkını arayan bir topluma yardım eder. Haksız istek sahiplerine gelince… Tanrı, bunlardan oluşan bir topluma yardım etmez (haksız istek, emeğinden fazlasına göz dikmektir).

İşte ne zaman insanoğlu, Ruhuna ve Ruhunun nitelikleri akıl ve sağduyusuna uyarsa; bedensel yönünün haksız ve olumsuz isteklerini reddederse; yani insanlık bu aşamaya gelirse, “hak ve hukuk düzenini” kurar. Ve gerçek insanlığı bulur. Bu özellikler oluşmadığı sürece, bu aşamaya gelinceye dek hayvansal duygularının etkisinde yaşarlar. Hayvansal duyguların içinde onları da zalim çobanlar (diktatörler) güder.

Bu yazdıklarımız, insanların yapısı ile ilgili bilimsel ve doğal gerçeklerdir. Bu görüşler ilkeler, yani teoridir. Ama bugünkü dünyamızda özgürlüklerin korunması için batı demokrasisinden başka çare yoktur. Batı demokrasisi, İslami sisteme en yakın sistemdir.

Demokrasi hakkındaki görüşlerimizi daha önce yazmış olduğumuz VARLIK, İSLAM’DA MEZHEPLER VE YÜKSELİŞ, GÜNAHSIZLAR, İNSANDA YÜKSELME adlı kitaplarımızda açıkladık.

Hele Türkiye’miz için savunulması lazım gelen en iyi sistem; Cumhuriyetçi çok partili parlementer sistem olan çoğulcu demokrasidir. ([9])

Avrupa-Avrupa…

Avrupa’daki hukuk düzeni ise yukarıda izah edilmiştir. O bir yutturmacadır. O bir insanlık değildir. Başka ulusları ezerek, inleterek kendi uluslarını güldürmek, kendi ailelerinde sahte bir adâlet, nezaket ve sözde bir insanlık, hukuk gösterisi yapmaktadırlar. Onlarınki insanlık değil, ellerindeki teknolojik güce dayanarak yüzlerce ulusu ezmek, milyonlarca insanı ağlatmak, sızlatmaktır. Zira “Adâlet”, herkes içindir. Onların adâleti yalnız kendileri için.

Onlar, koyun postuna bürünmüş kurtlar gibidirler.

Batılı, emperyalisttir. Emperyalizm ise büyük bir zulümdür, batılılar için; orada hukuk sistemi vardır. Orada adâlet vardır. Orada özgürlük vardır. Orada insanlık vardır diyenler de onların uşaklarıdır. Uşaklık ise insana yakışmaz. Zalimleri ve onların sahte hukuk ve özgürlük düzenlerini, sahte ve de geçici demokrasisini savunmak ise daha da büyük zulümdür. Ezilen ve sömürülen toplumlardan gerçeği gizlemektir.

Batı ve batı düzeninden yana olan aydınlarımızın artık gerçeği insanlık âlemine açıklamalarını, ezilen uluslar ve insanlık adına rica ediyoruz. Bekliyoruz. Aydınlarımızdan umudumuzu kesmiyoruz. Kesmek istemiyoruz

Şimdi tekrar “İnsan-ı Kâmil” kısmına geçelim. ([10])


[1] Bir kolda iki karpuz taşınmaz.

[2] “İnsana emeğinden başka bir şey yoktur.” (Necm - 39)

[3] “a-eş, eşe uymaz. Öyleyse ‘mutlak eşitlik’ muhaldir. Ancak, eş değerlilik mümkündür.

b-“ta ki bu mal (sermaye), yalnız zenginler arasında dolaşan devlet olmasın”.(Haşr-7) yani tekelleşmesin.

[4] Bkz. Muhammed – İsa – Adem, Kazım Yardımcı, S.65-66.

[5] Bkz. Muhammed – İsa – Âdem, Kazım Yardımcı, S.67.

[6] Allah’a kul olmak.

[7] Bkz. Muhammed – İsa – Âdem, Kazım Yardımcı, S.68.

[8] Yüce Muhammed buyurur: “Muhakkak tüccarlar (tacirler) facirdirler”. Bunun üzerine ; ”Ya Resulallah! Allah, alış-verişi helal kabul etmedi mi? “ diyenlere: “Evet! Fakat onlar; yemin eder, günaha girerler, konuşurken yalan söylerler, buyurdu” (Ahmed b. Hanbel ve Hakim’den) İhya-ı Ulumud Din, Gazali, C.3, S.292-300.

[9] Bkz. Muhammed – İsa – Âdem, Kazım Yardımcı, S.69,70.

[10] Bkz. Muhammed – İsa –Âdem, Kazım Yardımcı, S.71.

Paylaş: