Olgun İnsan (Nebi-Veli) (2)

İMAN VE TAKVA

BİLKİ EY Hakkı arayan kardeşim! Peygamberlerde velilerde birer mü’mindir.(Gerçek Kâmil mü’minlerdir) Hepsinden evvel baş koşul imandır. Peygamberlik ve velilik Allah tarafından onlara ikram edilmiş birer yüce sıfat ve görevdir. Ayrıca, Allah’u Taala’nın da ‘’EL MÜ’MİN’’ ismi (sıfatı niteliği) vardır. Demek ki iman, Allah’ın sıfatlarından bir sıfattır. Allahın zatı, nur olduğu gibi sıfatları da nurdur. Öyleyse mü’minin kalbinde, Allah’ın iman sıfatından gelen bir nur vardır. İman, ilahi bir vasıftır ve nurdur. Ayrıca iman üç derecedir.

1-İlmel Yakin-İlmen kani olmak.

2-Aynel Yakin-Görerek kani olmak.

3-Hakkel Yakin-Hakkıyle gerçekten yüzde yüz kani olmak, tam mutmain olmak.

İşte Peygamberler ve veliler Hakkel Yakin inananlardır. Bizimkine gelince, galiba bu üç yakinin içinde de değiliz. Çünkü gerçek mü’min sürekli kebair (büyük günahlar) işleyemez. Bu durum ulemamıza sorulduğunda, ittifak ile söyledikleri şudur: Bizimki (toplumunki) genelde taklidi imandır. Yani bizim imanımız zayıf, yakin imana kavuşamıyoruz. Öyleyse biz geçmiş gerçek ehli imanı taklit ediyoruz. Zaten pratik hayatta yaptıklarımız, bunca kötülüklerde bunun böyle olduğunu göstermektedir. Tanrı yardımcımız olsun. Bize acıyıp, içinde itminan olan gerçek imanı bize lütfu ihsan buyura. Takva ise; iman gibi insana Allah’tan çekinip sakınmaya, dikkatli olup O’nun gadabını (öfkesini) üzerimize çekmemeye yarayan ayrı bir nurdur.

‘’Takvel kulüp(takva eden kalp)’’(Hac 32) ayeti bunun şahididir. İman ve takva Allah’ın kulunun kalbinde olan iki nurdur. Her ikisi de gökseldir. Zihinsel değildir. Bir hidayet ve bir Mevhibe-i Rahmandır.

İşte ‘’ Ela inne evliyaallahi ……- Dikkat ayık olun, Allah’ın velileri, dostları vardır, onlar iman edenlerdir (Gerçekten iman edenlerdir)Allah’tan İttika-sakınıp çekinenlerdir.’’ (Allah’ı incitmemek hususunda gayet dikkatli davrananlardır. Çoğu zaman haşyetlerinden yüzleri sapsarı kesilip tirtir titreyenlerdir. Zülcelal olan Rablarının celalinden çekinenlerdir. Onlar hakkel yakin inananlar ve Zül Celal Hazretlerinin karşısında titreyenlerdir. (Bir zavallı insanın, celadetli bir kral karşısında titrediği gibi) (Yunus 62) Şimdi bu takva ehli gerçek mü’minleri bizlerle kıyaslamak çok yanlış olur. (Bizim gibi taklidi iman sahipleri ile) bu kadar kötülüğümüz, kötü amellerimiz ortada iken. Hangimize sorsan ben mü’minim der. Ve ben Allah’tan korkuyorum der. Bu nasıl iman ve nasıl korkuysa!

Eğer kudretli bir insandan korktuğumuzun, yüzde biri kadar Allah’tan korksaydık, evlerimize ve memleketimize nur yağardı. Sözle, kim ben Allah’tan korkmam der? Söz başı hepimiz ben Allah’tan başkasından korkmam deriz. Ondan sonra da her kötülüğü yaparız. Buna kargalar bile güler.

Sonra şunu iyi bilmeli ki; bu evliya ayetinin ilk muhatapları ilk mü’min kardeşlerimiz Ashaplardır. ‘’Ayık olun,(içinizde) veliler var’’ diyerek Ashapların dikkatli olmaları istenmiştir. Demek ki, o yüce Ashabın da hepsi veliyullah değilmiş. Bu ayet geldiğinde Ashapların bir kısmı içimizde ki Allah’ın velilerini nasıl tanıyacağız dediklerinde, Cenabı Peygamber(a.s.v),’’ Onlarla karşılaştığınız da hemen Allah’ı hatırlarsınız’’buyurmuşlardır(Hadisi Şerif) Demek ki Veli kullar, Allah’ın daimi zikrine kavuşmuşlar ki, onları görenlerin hemen aklına, Allah gelmektedir.(Yani onların manyetik alanlarına girmiş oluyorlar) işte ‘’Yere göğe sığmam mü’min kulumun kalbindeyim” (Kırk Hadis, Sadreddin Konevi, S.82; Acluni, Keşful Hafa, C.2, S.195 )buyurduğu kullar bu Hakkel yakin imana kavuşmuş ve daimi zikrullaha kavuşmuş bu mü’min kullardır.

Allah, Hakkel Yakin imanı bulmuş mü’mini kâmilin kalbindedir. Allah kalbinde olan bu mü’mini Kamiller, Allah’ın evliyasıdır- velileridir-gerçek dostlarıdır. Onların kalbi ampul gibidir. Onu bulan Allah’ı bulmuş sayılır. Çünkü O’nun kalbi nur saçan büyük bir ampuldür. Mü’minler onları görünce, Onun yüzüne vurmuş nurunu görür ve onun kutruna girmiş olur ve etkilenir, ferahlar sıkıntıları gider.

Bir şiir:

‘’İki cihanda tasarruf ehlidir Ruhu VELİ

Deme ki bu mevtadır(ölüdür) bundan nice derman ola(Ölen cesettir, Allah’ın ruhu ölmez)

RUH şimşiri(Kılıç) Hüdadır. Ten gılaf (kın) olmuş ona.

Daha ala kâr eder bir tığ ki(Kılıç) üryan(kınından çıkmış) ola.’’

Peygamber Efendimiz(a.s.v) ‘’Ashabım yıldızlar gibi’’ buyurmuştur. Bu Peygamber sözü doğru. Ancak gökte parlak büyük yıldızlar da vardır, küçük yıldızlar da. Küçük yıldızlar çok fazla, parlak yıldızlar da çok azdır. İşte bu parlak ve büyük olanları, mukarrebunları o zamanın VELİLERİDİR. Hazreti Şahi Velayet İmamı Ali(K.V.) ve Ebubekri Sıdık(R.A) Efendilerimiz vb.gibi zatlardır-Allah’ın VELİ kullarıdır. Allah cümle mü’min kardeşlerimizi de bizi de bu zamanın içimizde gizli, gökteki parlak büyük yıldızlar gibi olan VELİ KULLARINDAN, YUNUS EMRE’LERDEN yararlanmaktan mahrum etmeye inşallah.

HAMD ALLAHINDIR. SELAT SELAM HABİBİ KİBRİYANIN VE EHLİBEYTİNİN VE GERÇEK ASHABININ VE CÜMLE VELİ-DOST KULLARININ ÜZERLERİNE OLSUN.

KAZIM YARDIMCI/ADIYAMAN

27 Eylül 2006

(*) Teknolojide, fen ilimlerinde geri kalışımızın sebebi Kur’an, İslamiyet ve Müslüman halkları değildir. Batı teknolojisinin kaynağı Tevrat ve İncil de değildir.

Peygamber Efendimiz(S.A.V):

‘’ Karşı tarafın elindeki silahları (Zamanın teknolojisini) siz de öğrenin, yapın’’(Ukbe b. Amir’den, Müslim, Ahmed b. Hanbel, 250 Hadis) buyurmuşlardır. El sanatlarını ve yazı öğrenmeyi teşvik etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim: Sınaiden(Teknoloji) söz etmektedir (Maide 14-Hasan Basri Çantay Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali). Bir Peygamber olan Davut Peygamber, demiri dağdan çıkarıp işlemiş ve onunla güçlü bir harp teknolojisi kurmuştur. Hz.Süleyman’ın çok ihtişamlı saraylar, yollar yaptırdığı büyük eserler vücuda getirdiği Tevrat ve Kur’an ile sabittir. Ortadoğu’daki İslam mimarisinin ürünleri olan eserler ayakta durmaktadır. Teknolojinin temeli, demirdir. Demir olmazsa hiçbir sanayi kurulamaz. Demirin mucidi ve ilk işleyeni yine Allah’ın yüce bir Peygamberi olan Davut Aleyhisselam’dır.

Kur’an-ı Kerim:‘’Dünyayı seyredin, gezin, harap olmuş eski eserleri (Mamureleri) görün, ibret alın’’ (Hac-46, Rum-9) buyurmaktadır. Dünyayı gezen muhakkak bir şeyler öğrenir. Ayrıca Abbasiler devrinde(ortaçağda) büyük bir ilmi çalışma vardır. İslam’ın ortaçağı aydınlıktır. Ortadoğu, ortaçağda medeniyetin beşiğidir. Avrupa’nın ortaçağı ise, karanlıktır o çağda batıda hiçbir ilmi çalışma yoktur. Çünkü papalar, kilise her türlü ilmi çalışmayı o çağda yasaklamıştır. Bu bir tarihi gerçektir.

Bizde ise teknolojinin, fenni bilimlerin gelişmesini, Kur’an, İslamiyet ve Padişahlar ve Müslüman halklar engellemiş değillerdir. Müslüman halklar, yeniliklere her zaman açıktır ve hiçbir yeniliğe karşı gelmemiştir. Her zamanın teknolojisini kabul etmişlerdir. Padişahlar (melikler krallar) ise hiç karşı gelmez. Çünkü monarşilerde, toprak, mülk padişahın, kralın, melikin mülküdür. Değil hiçbir padişah, bir köy ağası bile köyünün mülkünün elinden çıkmasını istemez. Bir padişah nasıl mülkünün elinden çıkmasına, tahtını- tacını kaybetmesine razı olur. Böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır.

Peki o zaman kim sebep olmuştur? Hangi şeyhülislam o fetvayı verdiyse; ve ondan sonra o fetvaya uyan medrese uleması sebep olmuştur.

O fetva şudur: ‘’MATBAA ŞEYTAN İCADIDIR’’ İşte bizi mahveden, bizi batı teknolojisinden 250 yıl geri bırakan, İslam’a tamamen ters düşen bu batıl ve rezil fetvadır. Demek ki ne kadar toplum üzerinde bir otorite sağlamışlar ki; bu medrese ürünü olan şeyhülislamlara, ulemaya PADİŞAHLAR bile karşı gelememişler. Tanzimatla beraber padişahların, bilhassa Abdülhamit’in teknolojiye önem verdiği, darilfununların inkişafı için çok çaba sarf ettiği tarihi bir gerçektir.

Sonraki yıllarda meşrutiyetçiler de, cumhuriyetin kurucuları da hep bu batıdaki teknolojinin getirilmesine çaba göstermişlerdir. Ama onlardan sonrakiler, hep iktidarı paylaşma kavgalarına girmişler, bu kavgalardan kurtulup dinimizin, milletimizin vatanımızın ve devletimizin bekası için en önemli olan bu teknolojinin hızlandırılmasına vakit zaman bulamamışlardır. Halen de bu kavgayı devam ettirmektedirler. Derin, koyu gaflet uykusuna iyice dalmışlardır.

Bir kerecik şu üniversiteye giriş sınavlarına bakıp utansınlar. Kaç öğrenci sözelden, kaçı sayısaldan kazanmıştır? Bir görsünler; yöneticilerimiz, eğitimcilerimiz ve üniversitelerimiz iyice bir düşünsünler. Aşağı yukarı sınavı kazanan öğrencilerimizin %80-90 ı sözelden % 10-15 i de sayısaldan kazanmaktadırlar. Bir ülkenin korunması, ülkenin güvenlik güçlerinin çok güçlü olmasına bağlıdır. Bu da çağdaş teknolojiyi ve ürünlerini o ülkeye getirmek ile mümkündür. Biz, diğer kültürlerden yararlanılmasın demiyoruz. Eğer geliştirilebilirsek bizim kültürümüz, onlarınkinden daha üstün, daha derindir. Batılılar, düz yazıda, roman öykü vs. gibi bizden biraz ilerideler. Ancak, acaba onların kaç tane Mevlana’sı, Yunus’u, Hacıbektaş’ı vardır? Göstersinler bakalım! Acaba onların kaç tane Şair Fuzuli’si, Mutasavvıf ve Filozof Şeyh Galib’i, her beyiti bir vecize olan Şair Ziya Paşa’sı, Yahya Kemal’i, Mehmet Âkif’i, Tevfik Fikret’i, Orhan Veli’si, Ahmet Arif’i, Nazım Hikmet’i ve Necip Fazıl’ı vardır? Düz yazıda Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemâl, Ahmet Altan, Atilla İlhan ve Orhan Pamuk onlardan geri mi kalmışlardır?

Ayrıca geliştirebilirsek, bizim sanat müziğimiz ve halk müziğimiz onlarınkinden daha içli, daha derindir. Ve her şarkımızın ve türkülerimizin de ille bir öyküsü vardır. Batılıların müziği, batı kültürü ile yetişmiş batı insanının ruhuna hitap etmektedir. Türk sanat müziği; Arap, İran Hint müziği de Ortadoğu, Orta Asya ve Hint kültürü ile yetişmiş halkların ruhuna-dimağına hitap eder, etkiler. Her ulus kendi müziğini sever, kendi müziği ile duygulanır. Bundan ötesi lafazanlıktır. Kendi kültürünü, kendi müziğini aşağılamak alçaklığın ta kendisidir. Böyle kendi kültürüne, kendi müziğine yabancılaşmış olanlar, Anadolu insanını ne yaparlarsa yapsınlar, arkalarına alamayacaklardır.

Anadolu insanının, Türk Milletinin bir vazgeçilmezi vardır: O da bin yıllık kendi öz kültürü ve tarihin derinliklerinden gelen, kendi öz ve yüce müziğidir. K.YARDIMCI/ADIYAMAN

Not: Yukarıda genişçe açıkladığımız gerçekleri, halkımızla paylaştıktan sonra bu konuya katkısı olacağı düşüncesi ile bazı düşünür, sanatçı ve şairlerimizin görüş ve dizelerini sizlere aktarmak istiyorum:

’İSLAM imiş her işimizde pabendi terakki

Ezel yok idi iş bu rivayet yeni çıktı.

Milliyeti nisyan ederek her bir işimizde

Erbabı Freng’e tebaiyet yeni çıktı.’’

(Mütefekkir şairimiz Ziya Paşa)

Türkçe çevirisi:

‘’İlerlemeye engel olan İSLAM dini imiş (Ayağımızı bağlıyormuş)

Önce yok idi bu sözler yeni çıktı.

Milletimizi milli manevi(ulusal) değerlerimizi her bir işimizde unutarak (gelenek, görenek, milli kültür, milli yaşam)

Erbabı Freng’e (Batılı Hıristiyanlara), tabi (uymak) olmak yeni çıktı.’’

1870 lerde Ziya Paşa tarafından belirtilmiş bu gerçekten şunu anlıyorum: Çağdaş teknolojinin yurdumuza gelmemesinin nedeni İslam Dini değildir. Padişahlar ve Müslüman halklar da değildir, hele TASAVVUF hiç değildir. Teknolojinin gelmemesinin nedeni yozlaşmış medrese zihniyeti(uleması) ile ilericilik iddia edenlerin 1870 lerden beri eğitim ve üniversitelerde teknolojiyi getirecek tek çare olan sayısal (Fiziki) bilimlere ağırlık vermeyip sözele(Sosyal bilgilere, güzel sanatlara) ağırlık vermeleridir. Eğitim ve üniversitelerimizde günümüzde de sosyal bilgiler ve güzel sanatlara ağırlık verilmektedir. Teknolojiyi getirecek olan ise sayısal bilgilerdir. Bunun tartışılması bile yapılamaz.

Anadolu kültürünün temel taşı olan TASAVVUF ise medreseden tezahür etmemiştir. Tasavvuf bilgi ve düşüncesi tekkeden tezahür etmiştir. Bu da tartışılmaz bir gerçektir. Bunun böyle olduğu Türk Edebiyat tarihinin tekke, tasavvuf edebiyatı ile SABİTTİR. İftihar edeceğimiz 1000 yıllık kültürümüzün temel taşı TASAVVUFTUR. Bu gerçeği 1970 ve 1980 li yıllarda Bülent ECEVİT de tesbit etmiştir:

‘’BİZE KALAN ÖZ KÜLTÜRÜMÜZ, TASAVVUF DÜŞÜNCESİDİR VE TASAVVUF EDEBİYATIDIR. EĞER ONU KÜLTÜRÜMÜZDEN ÇIKARIRSAK ÖVÜNECEK ULUSAL KÜLTÜRÜMÜZ KALMAZ.’’ Kültürümüz hakkındaki Bülent Bey’in tespiti budur. Ayrıca Ecevit; İttihatı Terakicilerin ''Din manii terakkidir(Din ilerlemeye mani engeldir)'' saçmalamasını da elinin tersi ile iterek ''Bu bir tarihi yanılgıdır. İslam dini ilerlemeyi ve sosyal adaleti öngörmektedir. '' demiştir ve laikliğin ilk dönemde uygulanmasının öyle icab ettiğini ancak bu demokrasi çağında yeniden tanımlanması gerektiğini de vurgulamıştır. Ayrıca Bülent Ecevit ‘’ Gardırop, kılık kıyafet değişimciliğini de çağdaşlık saymamıştır.’’ Çağdaşlık, düşüncede ve teknolojiyi getirmekle sağlanır demiştir, demek istemiştir. Ama bu güne kadar kimse O’nun bu çok önemli TESBİTLERİNE kulak asmamıştır.

Encamımıza dikkat çeken büyük sanatçımız rahmetli CEM KARACA ise şu şarkıyı söyleyerek bu çivisi çıkmış dünyadan ayrılmıştır. Allah O’na bol bol rahmet eylesin.

‘’Binmişiz bir ALAMETE

Gidiyoruz KIYAMETE’’

Diğer mütefekkir şairimizin dizeleri ise şudur:

‘’Müslümanlıkta tek TASAVVUF geriyor cehle (Cehalete) GÖĞÜS

Rafizi, alevi, Sünni bunları unut, KÜS

Mekke, Medine, Kerbela, Kudüs

Bunların sureti zahirdeki alayişi süs

Mektep, medrese, manastır kilise,

VATİKANDAN bana ne.!!

(Mutasavvıf ve mütefekkir Şairimiz NEYZEN Tevfik)

Adem (A.S) ve Hz.Peygamberimiz (S.A.V) ile ilgili olarak bir şairimizden çok ilginç, düşündürücü bir hikemi şiiri sizlerle paylaşıyorum.

‘’Bildiği çün sülbü pâkinden zuhurun Ya Resul!

Etmedi La tekreba nehyinden Adem içtinab

Değil iğvai şeytan, kandıran Adem’le Havva’yı

Bu bir Esrar-ı HAK’la şive-i teşrifi ‘’AHMEDDİR’’ ‘’

Türkçesi;

Ya Resulallah, Adem biliyordu ki; Sen pâk sülbünden geleceksin. Bu nedenle,

Allah’ın ‘’O ağaca yaklaşma’’ diye menettiği sözünden içtinab etmedi (çekinmedi).

Adem’le Havva’yı kandıran aslında şeytan değildir,

Bu bir HAK sırrı ile Hz. Ahmed’in teşrifinin bir şivesidir

Adem A.S. ile ilgili bir başka şiir:

''İki kaşın ortasından çekti hattı üstüva

Allemel Esmayı ol hattan talim etti Huda

İlmi Zata Mustafa Esmaye Adem’dir emin

Bu ikisinden zahir oluptur Ulumu Enbiya

Secde eyle ADEM’e takim Hak’ka kul olasın

Eden Adem’den iba(uzaklaşan) Hak’tan dahi oldu cuda(uzaklaştı)

Zatı sıfatı Ef’alı Asarı cümleten

Her zamanda bir Veli’nin vechine bunlar Ziya.

Kande bulur bu NİYAZİ’yi inkâr eyleyen

Zahir olmuşken yüzünde NURU ZATI KİBRİYA''

Büyük Halveti Pirlerinden Arif Veli Malatyalı Niyazi Mısri’nin (Adı Muhammeddir) Adem A.S.la ilgili bu dizelerini sizlerle paylaşmak istedim. İki kaşın arasındaki hat dediği, insanın burnudur. İnsanın burnu, Arapça harflerinden hem Elif, hem de Lamdır.

’Sen bensin

Ben de sen

Biz oyuz cümleten

Ruh odur TEN de O’’( Enis Behiç Koryürek)

Biz de, karalamış olduğumuz aşağıdaki birkaç dizeyi sizlerle paylaşmak isteyerek saygı ve sevgilerimizin kabulünü istirham ediyoruz.

HAK ADEMDEDİR

Bil ki; HAK Ademdedir

Adem HAKTIR

HAK ADEM.

Ademin dışı HALKTIR

İçi (Kalbi Ruhu) HAK,

Hak O’nun BATINIDIR

O’da Hakkın ZAHİRİDİR EL HAK.

Ey Hazreti Ademin oğlu

Sen de ara bul Ademi.

İhtiram et, eyle Ademe sücud(*)

Sev O’nu, O’na hizmet et,

Ki sende yücelesin

Sende olasın ADEM.

Ademi bil ve bu yolla

‘’Kendini bil ki, Rabbını bilen’’

Ay yıldızlar, GÜNEŞ,

Ve Yakup Peygamberin,

Yusuf Peygambere;

Yüce Meleklerin ADEME

Secde ettikleri gibi

Sende Ademe ‘’Kamil’e’’

Secde eyle

Sen de ol Adem.

Ve şu gerçeği de bil ki;

Ademe secde etmeyen

Tek iblistir telin edilen.

Ve dahi bil ki, bu sözlerim hep Kuranidir,

İyi düşün olma sersem.

Hakkı Hak ile hakkiyle bil

Hakki ol her dem.

(*)(Sure-i Bakara 34, Sure-i Sad 71,72,73,74,

Sure-i Yusuf 4,100 Diyanet İşl.Bşk.Meali-Süleyman Ateş Meali-Hasan Basri Çantay Meali)

KAZIM YARDIMCI/ADIYAMAN

İKİ FİTNE-İ ZAMAN

Yüzleri simsiyah

Ve korkunç

Koyu karanlıkçı

Sözde aydınlanmacılardan

Hep uzak durdum

Tiksindim iğrendim

Her zaman.

İslam'a haham,

Papaz yetiştiren

Ehli Medaristen ise,

Midem bulandı

Kustum, boşaldım her an

Bunlar ki İslam’a,

Musallat olmuş

Sanki belayimübremdir.

Bu iki fitneyi AZİM le,

Azmile ilmen savaş.

CİHATTIR(*), Cihadı EKBERdir.

Bunu böyle öğretti bana

Cenabı Piran.

Böyle bildim

Böyle belledim elan.

(*) Cihadın anlamı cehd etmek, çalışıp çabalamaktır. Yani ilmen savaştır.Cihatta silah kullanmak yoktur. Kur'an'da silahla savaşın adı ''Harp' olarak geçmektedir. Harp kelimesi Kur'an'da vardır. Cihad, harp anlamına değildir. Harp silahla olur, cihat ilimle olur. Bazı odaklar bu cihat kelimesini harp kelimesi ile karıştırıp kavram karışıklığı yaratmaktadırlar. Cihat asla harp değildir. Cihat bilimsel savaştır. Harbe ise, karar verecek tek merci o ülkenin devletidir. Devletten başka kimse harp kararı alamaz İçtihad ve müctehid kelimeleri de 'Cehd' mastarından türemiştir. Bu kelimelerin hepsi aynı mastardandır. Çalışıp, çabalamak anlamınadır.

Cumhuriyet ve özgürlük olmayan yerde;gerçek dine,dindarlığa Gerçek Müslümanlığa yer yoktur.

Saltanat,padişahlık,krallık sistemi, Emeviler tarafından İslâm’a Musallat edilmiş gayet zalim ve tamamen beşeri, şahsi iradeye-Melik, sultan, şah iradesine-dayanan despot ve faşist bir sistemdir. Diktatörlüktür.

Arada bir, Ömer b. Abdülaziz ve Murad-ı Hüdavendigar gibi iyi Hükümdarların çıkmış olması, bu saltanat ve padişahlık sisteminin İslâmi Sisteme ters düşmediğinin kanıtı olamaz. İyi padişahların iyilikleri, kendi iyilikleridir. Ya da kendilerine özgüdür.Yoksa padişahlık sisteminin iyiliğinden değildir. Tarihte de bu iyilerin sayısı üç-beşi geçmez. Bunlar gayet azdır.

Önemli olan sistemdir. İslâm Sistemi, Cumhuridir. İnsan Haklarına saygılı ve insanın özgürlüğüne hürmetkardır.

Batı Demokrasisi, İslâmi değildir. Ancak Sosyal Demokrasi İslâm’a en yakındır.Özgürlüğün olmadığı yerde ise samimi Dindarlık olamaz.

Peygamberin( S.A.S) Hadisine göre: “Benden sonra Hilafet-yani Şeriat- 30 yıldır. Ondan sonra vahşi Meliklik, Krallık başlar.” Zira Hz. Ali, Ebubekir, Ömer, Osman yani 4 Halife gibi birinin Halife olmadığı yerde Şeriat olmaz. Faşist krallık,diktatörlük olur. Şeriat adına zulüm yapılır. Kralın her şahsi emri, Şeriatın emri gibi gösterilir.Ulema da korkusundan bunu tasdik eder. Zulmün adı Şeriat olur, Maazallah...

4 Halife; gayet Muttaki, Âdil ve Özgürlükçüdürler.Ve toplum tarafından sevilen büyük zat’lardır. Kazım YARDIMCI

“Şeriat,Tarikat yoldur bilene

Marifet, Hakikat ondan içeru...”

Yunus Emre

DİNİN ÖZÜ TASAVVUF

Bilindiği gibi her bilgin dini kendine göre yorumlamıştır. Mesele, bu yorumların dinin özüne en uygun olanını seçebilmektir.Tasavvufi Din yorumu İslâma en uygun olanıdır. Çünkü Tasavvuf: Dinin özünün öğretisidir.Kabukla- dışla, şartla- şeriatla yani teferruatla uğraşmaz. Tasavvuf ;Allah, Doğa ve İnsanı ve bunların gerçeğini öğretmeye çalışır.

Doğadaki güzellikler, düzen ve hikmet Allah’ın doğaya yansımasıdır.Doğa, Tanrının eseridir. İnsan ise en büyük eseridir. Çünkü insan ten ve ruhtan (Akıldan) oluşmuştur. Dış ve iç Âlemin bileşimi (sentezi) olduğundan tüm âlemlerden üstündür. Tasavvufçu, işte bu doğadaki bilgiyi, düzeni, hikmeti ve güzelliği yaşamaya, insandaki fiziki ve ruhi güzelliği görmeye ve insanın hakikatini öğrenmeye çalışır. “Kendini bilen Tanrıyı bilir”. Kısaca,Tasavvuf Marifet, Hikmet (Bilgi) ve Aşktan, Sevgiden ibarettir.

Tasavvuf: Allah’ı, insanın ve doğanın özü bilir. Bu ise; sonsuz İlim ve Hikmet (Bilgi) ve sonsuz Sevgi ve Aşktır. Vücud-u Mutlak’ı bilmek, Hüsn-ü Mutlak’a aşık olmaktır. Tasavvuf, bunun dışındaki dini Şeriat ve Fıkıh bilgileri ile uğraşmaz. İbadet edecek kadar ilmihal bilgisinden ötesi Tasavvufçuyu alakadar etmez. Şeriat, Tarikat onun için amaç değil ayrıntılardır.Tali araçlardır. Asıl olan değil, Füru’dur. (teferruattır,simgelerdir, şekildir)“Yere göğe sığmayan, sonsuz bilgi ve güç (enerji) olan Allah’ı insanda ve kendi kalbinde arar Tasavvufçu”.

Yine tasavvufcu; Tefekkür (Düşünce) ile marifet-hikmet ve hakikatı öğrenmeye, insandaki ve doğadaki güzellikler ile de İlahi Cemali -Hüsn-ü Mutlakı sevmeye, yani mecazi sevgiden, hakiki sevgiye kavuşmak ister. Bunun sonucu ise: Güzel ahlâk ve dürüstlüktür. Toplumun çıkarını kendi çıkarından üstün tutmak ve riyadan tamamen soyutlanıp gerçekçi olmaktır. Kavgayı, tartışmayı, fitneyi, fesadı terk edip, başkaları ile değil kendi nefsi, heva ve hevesi ile cihad yapmaktır. Merhametli ve cömert olup, dünya yaşamında az ile mutlu olmaktır. Şiddete karşı olmaktır.

Gerçek Tasavvufçu şekil ve kisve Müslümanlığına karşıdır. Medrese, tekke ve mescide önem vermez. Hakikati kendinde bulur, Allah’ı kalbinde arar. Onun medresesi, tekkesi ve mescidi kendi kalbidir. Önemi her zaman kalbe verir. Çünkü gerçek tekke ve mescid kalptir. Kalp içinse en önemli olan Allah’ın Zikri ve sevgisidir. (Kalbin Zikri ve Kalbin Sevgisidir) Zahiri bir zikir ve cismani bir sevgi değildir. Tefekkür(düşünce), Tezekkür (Rabbi hatırda tutmak ve asla unutmamak, en önemlisi de Tanrı’yı ve O’nun büyük ve gizemli olan eseri İnsan-ı Kâmil’i, Ademi ve çocuklarını ve doğayı sevmektir.Ham iken pişkin insan olmak ve Kemale ulaşmaktır. Bütün Tasavvufçular bunu böyle izah etmiştir.

İlahi mesaj Kur’an-ı Kerim, ilahi Mesajcımız Hz. Muhammed’in Sünnet ve Hadisleri, Hz. Ali ve Hz. Ebubekir’in ve onları izleyen tüm Tasavvufçuların öğretisi üzere bu fakir, Tasavvuf konusunda Varlık, İslâm’da Mezhepler ve Yükseliş, Muhammed-İsa-Adem isimli ve diğer yazmış olduğumuz kitaplarda Tasavvufu çok ayrıntılı bir şekilde işlemiştir. Yunus Emre ve Seyyid Ahmed er Rufai Hazretleri ise bir deniz olan Tasavvufu şu şekilde özetlemişlerdir. Yunus:

“Şeriat, Tarikat yoldur varana,

Marifet, Hakikat ondan içeru”

Seyyid Ahmed er Rufai ise:

“Tasavvufçunun kalbi sevgi ve aşkla nurludur,

Gönlü ise Marifet nuru ile geniştir (Göğsü dar değildir)” demişlerdir.

Biz bu iki görüşe inanıyoruz ve bulmaya çalışıyoruz.

Mutasavvıf Şair Neyzen Tevfik bakın bu konuda ne söylüyor:

‘’Müslümanlıkta tasavvuf geriyor cehle göğüs

Rafizi, alevi, Sünni bunları unut, hepsine küs.

Mekke, Medine, Kerbela, Kudüs

Bunların sureti zahirdeki alayişi süs.(*)

Mescid, medrese, manastır, kilise VATİKANDAN bana ne.’’

(*) Şair Neyzen Tevfik ’’Sureti zahirdeki alayişi süs’’ demekle, bu ritüellerin-bu gösterilerin zahiri anlamı süstür, diyor Ama bu mekânların batini-gerçek anlamına saygılı olduğunu belirtiyor. Kazım YARDIMCI

Kaynak: “Yunus Divanı”, Seyyid Ahmed er Rufai Hazretlerinin “Onların Âlemi” isimli kitabı, 25. Hadis

ÖNEMLİ BİR AÇIKLAMA:

Varlıktan Veriler ve internete yüklemiş olduğumuz ’’Bütün Yönleri ile Tasavvuf Rufai Külliyatı’' isimli 3 ciltten oluşan kitaplar, aklı selimle tetkik edildiğinde görülecektir ki; biz, son asırlarda yozlaşmış geleneksel tekke anlayışının dışında; Kur’an, İnsan (Adem, İnsan-ı Kâmil yani kutsi ruh taşıyan Nebi yada Veli ) ve kainatın aynı olduğunu açıklamaya çalışıyoruz; yani Tanrı’nın üç kitabını tabi okunabilirse, üçünün de içeriği aynıdır. Bu çağda çağın teknolojisinin, fiziki ilimlerin de buna yardımcı olduğu gerçeği görülecektir. Ayrıca basit aklın da sınırlı olduğu anlaşılacaktır. İslam Tasavvufunun o arada Türk İslam Tasavvufcularının da, kendi çağlarında yapmış olduklarının bu olduğu görülecektir.

Biz felsefi tasavvuf yapmıyoruz ve ona karşıyız, kabul etmiyoruz. Belki tasavvufi felsefeye (Tefekkür düşünce) vurgu yapıyoruz. İlahi Muhammedi (Marifet, hikmet ve Alemi Kutsiyan ile ilgili) tefekkürü öne çıkarmaya çalışıyoruz. Zat, sıfat madde ötesi ruhani nurani alemle ilgili tefekkür-düşünceden söz ediyoruz ve ondan yararlanılması gerektiğini öneriyoruz. Külli ruh ve külli akıldan yararlanılması gerektiği zaruretini açıklamaya çalışıyoruz. Bu konuda en büyük Tasavvufculardan Seyyid Abdulkadir Geylani’nin ve Seyyid Ahmed Er Rufai’nin görüş ve düşünceleri doğrultusunda hareket ediyoruz. Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin, Sırrül Esrar isimli kitabında tesbit ettikleri ‘’Bir anlık tefekkür bin yıllık ibadete bedeldir’’ Hadisi Şerifini dikkate alıyoruz. Seyyid Hazretleri buyuruyor ki;

’Bu tefekkür ilahi marifetle ilgili bir tefekkürdür’’. O nedenle, yukarıda sözünü ettiğim bu iki büyük Arif Veli Mürşid Tasavvufcunun eserlerini okumak çok faydalı olur, erbabına tabii.

Seyyid Ahmed Er Rufai Hazretleri’nin en önemli kitabı ‘’Onların Alemi’’ isimli kitabıdır. Türkçe tercümesi yapılmıştır. Kırk Hadisi Şerifin tefsirinden ibarettir. Biz bu çağda, artık Tasavvufun, yozlaşmış geleneksel tekke öğretisinin ötesinde sırf irfan ve kültür bazında ele alınması düşüncesindeyiz.

Bundan ötesi insan-ı kâmil(veli mürşid) ve onunla saliki arasındaki ilişkidir. Manevi aşk ve irfandır. Buna inanıyoruz ve dahi çok çok saygılıyız.

Bütün kardeşlerime Tasavvufu(ilahi tefekkür, marifet ve aşkı) tavsiye ediyorum.

Gerçeği arayanlara Hak’kın yolunda başarılı olmalarını Rabbımdan niyaz ediyorum. Selam ve sevgilerimi sunup sözümü

‘’ ADEM ARA, ADEMİ BUL, ADEM İLE ADEM OL’’

Meşhur ve malum olan bu hikmetli dize ile noktalıyorum.

Çünkü Adem yeryüzünde Tanrı'nın yansıtıcısıdır. O, evrenin özü ve ruhudur. O, maneviyat güneşidir. Adem gökteki güneşi değil, gökteki güneş Adem'i temsil etmektedir. Bu sırra vakıf olana büyük Tasavvufcular ''AŞK OLSUN'' demişlerdir. Bu yerküresinde O, bir tane de olsa Allah için kâfidir. Çünkü O Zatını ve sıfatını yansıtmaktadır.

KAZIM YARDIMCI/ADIYAMAN

27.09.2006

Paylaş: