İslâm - İnsan - Akıl

-"Ve kül Rabbi zidni ilmen - De ki Ya Muhammed! Rabbim bilgimi artır.”(Tâ Hâ-114).

Yine Hz. Musa’nın (a.s.) diliyle,

-"Euzübillahi en ekûne mineccahilin - Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım." (Bakara-67).

Yukarıdaki Kur'an-ı Kerim’in Âyetleri, İslâm’ın bilgiye dayandığını ve bilimin Farz (zorunlu) olduğunu gösteren apaçık delilerdir. Ayrıca Tanrı'nın,

-"Veyelefekkerûne fi halki'ssemavati ve'l ard - İnançlı kişiler, Göklerin ve yerin yaratıklarım tefekkür ederler (şünürler)," Âl-i İmran-191).

Âyeti de insanın, düşünen bir varlık olduğunu ve yerin göğün yaratıklarını "düşünmenin" gereğini belirtir.

İslâm’ın yüce Peygamberi (a.s.v.) ise,

"Bilim öğrenmek, kadın-erkek herkese Farzdır (zorunludur)(35)

Buyurmuşlardır. İslâm'da bilim, öncelikle ikiye ayrılmıştır. Bu durumu, "ilmin kap__usıı" (36) Hz. Ali (k.v.) şöyle açıklar:

"El ilmü ilman: İlmü'l edyan, İlmü'l ebdan - Bilim ikidir: Din bilgisi, Beden (eşya) bilgisi," buyurmuşlardır.

(34) Ayrıca Bkz. "İnsanda Yükselme, Kâzim YARDIMCI, 1992- MALATYA".

(35) Hz Enes (r.a.)'den; İbn Mâce, Gazali, İhya-i Ulûm, C .1. Bedir Yay.İst.

(36) Yüce Peygamberimiz (a.s.v.) buyurur: "Ben İlmin şehriyim, Ali Kapusudıır." (İbn Abbas'dan, Tirmizi, Sahih C.2, S.399, Suyuti, Camiussağir, C.I, S.108 ve Diğerleri)

Bu "iki bilimin" dayanağı, "Ruh ve Akıl"dır. Zaten gerçekte, Ruhun bir adı da Akıldır. "Akl-ü Kül, "Ruh-u Kül"; ilk ve en büyük"Muhammedi Ruh" tur. O (a.s.v.), Güneş gibi bir akla sahiptir. Diğer akıllar, yıldızlar gibidir. Yıldızların da bir kısmı parlak, bir kısmı zayıftır.

Parlak yıldızlar, inananlar arasındaki parlak Ruh ve akıl taşıyanların aklıdır.

İslâm, akla çok önem verir. Yine büyük imam (önder) ve büyük İslâm bilgini Hz.Ali (k.v.), "Din Ak__ıldır" buyurmuşlardır. Çünkü İslâm,"Âkil" olmayanı mükellef (yükümlü) kabul etmez. Öyleyse İslâm’ın işi akıllılar iledir, İslâm, akılsızları sorumlu tutmaz.

Ancak, "bat__ıcıların" anladığı mânada akılcılık yoktur İslâmda. "Akl-__ı Küll”ü kabul eden bir akılcılık vardır. Yani her şeyin, herkesteki"cüz'i (küçük) akıl’la halledileceğini kabul etmez. İslâm "Vahyi" ve "tekâmül etmiş" Ruhu kabul eder.

Tekâmül etmiş, olgunlaşmış akıl; Vahye, yani İlmi'llah (Tanrı İlmine) mazhar olabilir.

-"Önzile biilmi'llah - Tanrı bilgisi inzal oluyor (iniyor)”. (Hud-14)

Âyet, bunu açıklar.

Yani Ruh olgunla__şınca, Akıl da olgunlaşır. Ruh ve akıl olgunlaştığı derecede, yüksek Mârifet ve Hikmet İlmine ulaşabilir. İslâm’ın bildirmek istediği budur. Yoksa diğer maddi bilimlerin, cüz'i (normal) akılla elde edileceğini kabul eder. Ayrıca teşvik eder.

İslâm, maddi ilimlerde dogmayı (37) kabul etmez. Bağnazlığı şiddetle reddeder. Aşağıdaki Âyet ve Peygamber (a.s.v.) sözü bunu doğrular:

(37) Dogma: Kesinliğine ve dokunulmazlığına inanılan düşünce.

-"Külli şey'in sebeba - Her şeyin nedeni vardır." (Kehf-84).

-"Allah, Gökleri ve yerleri yarattı. Gökten su (yağmur) indirdi. Ve yerden size, rızıklanasınız diye meyveler çıkar."(İbrahim-32).

İşte apaçık Tanrı, "her şeyin bir nedeni vardır" buyuruyor. Her şeyin nedeninin araştırılmasından ise, "pozitif ilim" doğar. "Gökten su indirdim. Yerden, yiyesinîz diye meyveler çıkarıyorum" buyuruyor. "Meyvenin nas__ıl olduğunu?" öğretiyor bize "Gökten su indiriyorum" ve bunun neticesinde "yerde meyveler oluyor" buyuruyor.

Yani nedenini anlatıyor, "her şeyin bir nedeni vardır" buyuruyor.

Sevgili Peygamberimiz de,

"Düşmanınızın silahını siz de yapın!" (38) buyuruyor. Yüce Cenab-ı Ali (k.v.),

"Çocuklarınızı, zamana göre yetiştirin." buyuruyorlar.

İnsanın sorası geliyor. Dogma bunların neresinde?...

İslâm, her şeyi yerli yerine koymuştur. Sadece "Tanrı Varlığının nasıllığı, Ruh ve Meleğin, Metafizik konuların" cüz'i (küçük) akılla çözümlenemeyeceğini söyler İslâmiyet.

Bunun yalnızca "Tasavvufi felsefeyle", yani İlâhi tefek__kür (düşünce) ile olabileceğini iddia eder. Yıldızların, Güneşten enerji aldıkları gibi, cüz'i akıl da Külli Akıldan yardım görecektir. Zaten cüz’i akıl, Külli Akıldan bir kıvılcımdır. Yıldızların, Güneşten bir kıvılcım oldukları gibi...

Cüz'i akıl, Külli Akıldan bir parça olmakla beraber; Ondan enerji alıp tekâmül etmedikçe, "Metafizik gerçekleri" çözemez ve çözemeyecektir!..

(38) Ukbe b. Amir'den, Müslim, Ahmed b. Hanbel, İbn Mâce. 250 Hadis, A. Himmet Berki, Diy. İşl.Bşk.Ya.

Metafizik gerçekler, İlâhi Mesajla bilinir. "Varl__ık-yokluk, ezeliyet (başlangıcı olmamak) -ebediyet (sonsuzluk), yoktan var olmamak, Varl__ığın kenarsız olduğu, v.b. yüksek kavranılması güç konuları, cüz'i akıl halledemez" kuralını koymuştur. Bunlar önemli, büyük gerçeklerdir. Bu gerçekleri, insafı olan herkes kabul eder. (39)

İslâm’da Farz olan bilgilerin başında; "Rab, Ruh ve Melekler Âlemini" bilmek, gelir. (40) Sonra ibadet edecek kadar "__Şer'i bilgileri"öğrenmektir. İbadetle ilgili bilgiler, "İlmühal”lerde yazılıdır ve öğrenmesi çok kolaydır.

Sonra, maddi bilgiler gelir. İslâm bunlara, "fen ilmi" der. Bunları öğrenmek, toplumun varlığını devam ettirebilmesi için zorunludur.İslâm Dini, devleti ve yöneticileri; bu "Fenni bilgileri (teknoloji)" fertlere Öğretmekle görevlendirilmiştir.

Hukuk (Fıkıh ilmi) konusuna gelince: İslâmiyet, "Hukuk -Fıkıh" ilmini, herkes ö__ğrenecek diye bir zorunluluk getirmemi__ştir. Çünkü bu, çok zaman ister. İslâmiyet’te, herkes Fâkih (Müctehid) olacak diye bir kural yoktur, İslâm Hukukuyla herkesin yirmi yıl uğraştığını düşünsek; o zaman toplum başka çalışma alanları oluşturamaz. Halbuki insanlık âlemi için daha birçok çalışmalar da lazımdır. Ticaret, sanat,ziraat v.b. gibi... Toplum yaşantısının devamı için, bunlar da herhalde olmalıdır.

Fıkıh (Hukuk) ilmini, toplumun bir kesiminin bilmesi yeterlidir. Ama kişi, herhalde "Tanrı bilgisi" ilmini öğrenmek zorundad__ır. Farzdır. Zira Tanrı, "Kendisi bilinsin diye; bu kâinatı ve insanı yaratmıştır." (41)

(39) Daha geniş bilgi için "İslâm'da Mezhepler ve Yükseliş", Kâzim Yardımcı, 1988. İzmir. Doğan Dağıtım-Malatya

(40) Rab, Ruh, Melek, Cennet-Cehennemi fizikötesi gerçekler; ancak "İlâhi mesajla" bilinir. İslâm, fiziki gerçeklerde aklın rolünü kabul eder. Fizikötesini Peygambere bırakır.

(41) Kudsi Hadis: Kaynaklar: Keşfül Hafa, Acluni, C.2, S.132 H. 2016.

A. Kari, el Esrarül Merfua fi'l Ahbar'il Mevdua H.353, S.273.

Bu da ancak ve ancak, "__İslâm Tasavvuf İlmi" yoluyla bilinir. Buna, "Men araf" ilmi de denir. (42) Bu ilim, "okuma-yazma ile olmaz". "İlâhi aşk ve tefekkürle olur". "Akl-ı Külle intisab ve Ruh-u Âzam'ın yardımıyla olur." Ruh-u Âzam, Tanrı'nın kalemidir. Hak kaleminin yazısını, "Kalp ve Ruh aynasında" okumakla mümkündür. Fizikötesi gerçekleri; cüz'i, pratik akıl çözemez.

Yunus Emre hazretlerinin,

"İlim ilim bilmektir,

İlim, kendini bilmektir.

Sen kendini bilmedin,

Ya nice okumaktır!.,"

Diye kitap-defter üstünden okuyup. Hakkı (Mânevi hakikatleri) öğrenmeye çalışanlara uyarısıdır. Yahut sâdece Şe__riat bilgileri ile âlim geçinenlere ikaz, yollu seslenişidir. Ayrıca yukarıda anlatmaya çalıştığımız; Farz olan Tasavvufi (Metafizik) bilgisine çağrısıdır. Tanrı, Yunus Emre'lerden râzı olsun ve Onları gizli-âşikâr içimizden, ayırmasın !..

"Âdem, Tanrı'nın aynasıdır". (43)

Âdem olmasa, Tanrı bilinmez!

Kitap-defter üstünde değil; "O aynada" Tanrı'nı oku ve öğren.

"Âdem ara, Âdemi bul,

Âdem ile Âdem ol!.."

Ve büyük Türk Velisi, Niyazi Mısri'nin şu sözüne kulak ver:

"Ârif ol ki; cehl odundan (cehalet ateşinden) kopiser cümle azap!"

Felsefecilerin " rasyonalistleri - kat__ı akılcıları" ise,

(42) "Men arafe nefsehu, kad arafe Rabbehu-Kendini bilen, Rabbini bilir". (Binbir hadis, Şemsendin Yeşil, 1983 - İst. S.212 vediğerleri.)

(43) "Allahü Taala, Âdem'i kendi sureti üzerine yarattı." (Müslim, Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. Buhari, Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/244, Keşfü'l Hafa; Ayrıca Gazali, İhya, C.2, S.417.)

"Metafizik" konuları da ak__ılla çözeceklerini savunurlar. Zira Onlar; fiziki olsun, fizik ötesi olsun gerçeği bulmanın tek aracının akıl olduğunu kabul ederler. "Akl-ı Küll'ü, İlâhi Mesajı" kabul etmezler. Bu suretle İlâhi Mesajcıları -Peygamberleri, Velileri reddederler. İşte "Akılcılık-Rasyonalizm" budur.

Tasavvufçular ise fiziki bilgilerin Aklıcüzle-pratik akılla çözülebileceğini kabul edip fiziki ve hukuki (fıkıh) bilimlerinde "aklın rolünü"kabul ederler. Ancak fiziğin, maddenin bittiği noktada Metafizik gerçeklerin (Tanrı, Ruh, Melek, Cin, Şeytan, Cennet-Cehennem...) ve bunların nicelik, nitelik ve nasıllıklarının-keyfiyetlerinin pratik ak__ılla bilinemeyeceğini; aklın varsayımlardan (Zan ve tahmin) kurtulamayacağını; fizikötesi Metafizik gerçeklerin, "Vahiy-İlâhi Mesaj”la bilineceğini savunurlar.

Metafizik-fizikötesi bilgilerde, dogmatiklerdir. İlâhi Mesajcıların, Peygamberlerin ve Onların Varisi "Arif Velilerin" söylediklerini-bildirdiklerini kabul ederler. Yoksa fizikî ve hukuki bilgilerde, Onlar da ak__ılcıdır. Aklın, rolünü kabul ederler.

Metafizik konularda akılcılık 'feylezoftarın'; İlâhi Mesajcılık 'Tasavvufçuların' yoludur.

İlâhi Mesajı kabul etmemek, Peygamberliği inkâr ermektir. Allah insanlığı korusun...

Akılcılık, akıldan başka araç kabul etmeyip, İlâhî Mesajı, Peygamberleri kabul etmemektir. Akılcılığı, akılla karıştırıp, kavram karışıklığı yapılmamalıdır.

Sanki akılcı olmamak, aklı kabul etmemek gibi gösteriliyor. İslâm (Tasavvuf) hem aklı, hem de külli aklı- Mukaddes Ruhu, fizikötesi gerçeklerin İlâhi Mesajla bilinebileceğine inanır.

"Fiziki bilimler", Cüz'î akla; 'fizikötesi' Mânevi gerçekler, Külli Akla-İlâhi Mesajcı Peygambere bırakılmıştır.

Vahiyci-İlâhi Mesajcı 28 Peygamber ve Dört Kutsal Kitap (Kur'an, Tevrat, Zebur,İncil) ile Âriflerin (Tasavvufçuların) kitapları incelendiğinde fizik ve fizikötesi ile ilgili birçok bilimsel ve ilginç görüşlere rastlanır. Aklı ve kalbi doyuran bilgiler bulunur. Fizikötesi gerçeklerle ilgili en tatmin edici görüşlere İlâhi Mesajcıların - Vahiyci- Peygamberler ve Ârif Tasavvufçu Velilerin kitabında rastlanır.

Fizikötesi konularda felsefecilerin görüşlerinden daha kuvvetli ve daha doyurucu fikirler Kutsal Kitaplardadır.

Ayrıca İlâhi Mesajcılar, Bize bu gerçekleri Tanrı söylemektedir; biz bu gerçekleri cüz'i akılla bulmuş değiliz" demektedirler. İnanıp inanmamakta ise insanları serbest bırakmakta; Onların serbest-özgür irâdelerine bırakmaktadırlar.

"Lâ ikrahe fiddin - Dinde zorlama yoktur". (Bakara-256) kuralını tebliğ etmektedirler.

Paylaş: