Diyalektiğin Özü Lahutidir

DİYALEKTİĞİN ÖZÜ LAHUTİDİR.

Allah'ın Zâtı (Vücudu) bir, fakat Eli iki 'dir..(Sure-i Sad 75) Anlamı; "Bir" olan Vücudun, "iki Sıfatı" vardır. İki El'den maksat, Allah'ın Sıfatları'nın iki kategoride toplandığıdır. Buna 'Celâli' ve ' Cemâli' Sıfatlar denir (Kahri ve Rahmani de denir). "Biliniz Allah muhakkak Şedidü'l ikab (Çok şiddetli ve öfkeli) dir".(Maide-98) Ve Allah Gafururrahim (Çok merhametli; acıyıcı ve bağışlayıcı affedicidir)". (Maide-98) İşte tüm doğa bu "İki Sıfat"tan; Tanrı'nın İki Eli ile yaratıldığından, doğada bir 'düalizm-ikilem' ve bunun neticesi, çelişkilerin sürtüşmesi, büyük bir savaştır. İşte "Gerçek Diyalektik" budur: Kadim Vücud, Allah'ın Zâti Zamiri Bir ve Tek; Eli İki'dir. Yanî Tanrı'nın Sıfatları ikidir: Kahir-Lütuf, Celal-Cemal, Şiddet-Merhamet... İşte.bu karşılıklı zıtlıklar, Tanrı'nın Sıfatları'dır. Zıtlar ise sürtüşür ve sonsuz bir savaş yaparlar... Sonra bir taraf, öbür tarafa hakim olur. Bütünleşerek (sentez yaparak), yaşam devam eder. Ancak Allah diri ve Fail -İş gören olduğundan; doğa, her an değişir "Külle yevmin hüve fi şa'n -Allah, her an bir Şan'da,. Biri işte, bir faaliyettedir". (Rahman-29) "Tekâmül' de bu Ayetin sırrındandır!.. Sonra bir zaman; sulh, düzen devam eder. Ama gizli savaş devam ettiğinden, sentez - Bütünleşme bozulur (analiz). Tekrar aleni - açık savaş başlar. Tekrar bir taraf, bir tarafa hakim olur. Tekrar düzen kurulur. Sulh (barış) içinde yaşam devam eder. Ve sentez-Analiz; bütünleşme-bozulma (savaş-sulh, tekrar savaş, tekrar sulh-barış) sonsuza uzar gider... Bir süre bu savaşın durduğunu varsayarsak; o zaman doğa, toplum ve İnsan düşüncesi donar, 'tekdüze' olur. Felsefe durur, ilim durur, araştırma durur; gelişme durur. Tekdüzelik, yaşamı çekilmez eder. Sonunda, her canlı kendi kendini öldürür. Kendi kendini yok eder. İnsan sonsuz heyecan ve umutlu ilerleme, yükselme arzusuyla yaşar. Olgunlaşma, aydınlanma, tekâmül de bu suretle olur. Diyalektiğin özü, "Lahuti"dir; "İlahi"dir. Bu güçlü gerçeği, Kuran-ı Kerim, 1400 yıl önce bildirmiştir: -"Allah bir, eli iki".Tanrı, hem şiddetli (Kahri); hem merhametli (Rahmani) -"Zü'lcelâli ve'l ikram - Celâl-Kerem sahibi". (Rahman-78) Cemali: Doğadaki ve insandaki tüm güzellikler... Celâli : Doğadaki-bitki, hayvan ve insandaki tüm vahşetler, çirkinlikler... İyiler-kötüler, zalimler-mazlumlar, sömürülenler-sömürenler... Ve bunların bitmez tükenmez sürtüşmeleri, kavgaları, sevişmeleri, dövüşmeleri, sulh yapıp tekrar savaşmalar, didinmeleri; ağlamaları, gülmeleri... Hayat da budur işte! Ama Tanrı ve iyi insanlar, bu gerçeği bilmekle beraber, hep 'Adil' olandan 'Güzel' olandan ve 'Barış'tan yana tavır koymuşlardır, Hakkın rızası, iyilikten yanadır. Ama gel gör ki; kötüler her zaman çoğunlukta oldukları için; genelde hep kötülük, zulüm, şiddet, baskı, sömürü önde gitmiştir. İşte Yunus babanın ve Niyazi Mısri hazretlerinin aşağıda okuyacağınız dizeleri; hep bu "dualizmi-ikilemi" (çelişkiyi) vurgulamaktaydı. Tâ 300 - 600 yıl evvelinden; doğadaki- toplumdaki-insandaki bu "İlâhi diyalektiği dile getirmekteydi. Yunus'un; "Cümlenin Hâliki bir'dir; Neden bazısı gafildir (inkârcıdır-kötüdür)?.. Bu ne hikmet, bu ne sırdır; Bilen gelsin bu meydana!.." Herkesin yaratanı-ustası, bir tek Allah'tır Niçin bazıları habersizdir, yani inkarcı ve kötüdür?.. Bunun nedeni hikmeti, sırrı, gizi nedir?.. Bilen bilir; bilmeyen ne bilir. Varsa gelsin meydana!.. Yani Usta bir, Eli ikidir. Bir elinden iyiler, bir elinden kötüler zuhur etmektedir. Rahmani elinden iyiler, Kahri elinden kötüler. Niyazi'nin; "Tecelli eyler daim, geh Celâli, Cemâlinden; Birinin hasılı Cennet, birinden niran (ateş) olur peyda! Nerede bir gül olsa; yanında har (diken) olur peyda! Bu sırdandır ki, bir yerde Kâmil (Resul, Nebi, Veli, Arif) Zuhur etse Kimi inkâr eder ânı, kimi ikrar olur peyda!.." Bir tek Vücud-u Mutlak olan (Zât-ı Hak) her an tecelli ediyor beliriyor. Fıskiyeli havuzun fışkırdığı gibi; -"O her an bir şandadır (Bir işte, bir faaliyette)" (Rahman-29) Âyetine telmih (5) yapıyor. Ve daimi olan Tecellisi bazen Celâlinden (Kahri), bazen Cemâlinden (Rahmani) oluyor. Bunun tezahürü, yani görüntüsü ise doğada, toplumda ve insanda iki olgu oluşuyor: Ya Cennet (Bahçeler, güzel çiçekler-yani iyilikler, güzellikler, sevgi, saygı, barış,-dirlik düzen yardımlaşma, adalet). Hepsi Cemâlinden, Rahmetinden... Ya da Celâlinden (Kahri) oluyor. Yani kötülükler, çirkinlikler (düşmanlıklar, kıskançlıklar, savaş, fesat-anarşi, acımasızlıklar, haksızlıklar, şiddet, kavga-dövüş...) tüm kötülükler... Bunların da hepsi Celâlinden (kahrından). -"Zülcelâli ve'likrâm-Allah; Celâl-şiddet sahibi ve ikrâm sahibidir". (Rahman-78) -"Va'lemu ennellahe şedidü'l ikâbi veennellahe ğafurürrahim- Biliniz! Muhakkak Allah çok şiddetli-öfkelidir (ve yine biliniz) muhakkak Allah, çok çok Merhametli (acıyıcı, halim) ve çok bağışlayıcıdır (affedicidir)."(Maide-98) Ve Niyazi devam ediyor: "Nerede bir gül dalı olsa; aynı gül çubuğunda diken meydana gelir". Hani, "Dikensiz gül olmaz"; "Gülü seven, dikenine katlanır" Türk Atasözleri meşhurdur. Bu nedenledir ki; nerede bir "Kâmil-Ârif Kişi meydana çıksa, (O gül gibi; gül sevenler de olur, gülün yanında dikenler de olur) insanların bir kısmı O Aziz İnsanı ikrar-kabul-tasdik eder; bir kısmı da inkâr eder. İşte bizim fikir babalarımız, Tasavvuf Erbabı (Ki tüm Tasavvufçular bu gerçeği vurgulamışlardır) böyle akıllara hayret verecek şekilde; daha Hegel’ler, Marks'lar, Engels'ler doğmadan yüzlerce yıl evvel açıklamışlardır. "Gerçek Diyalektiğin" habercisi Kur'an ve O'nu insanlığa sunan Hocayı Alem Hazreti Muhammed Mustafa ve bu ilimlerin gerçek izahçısı "İlmin Kapısı, Şâh-i Velayet Aliyyel Mürteza" ve 'O Hidâyet Yolu'nun İmamı (Hazreti Ali Veliyullah)’nın Tarikat ve Tasavvuf Yolu'nda yetişen Arif, Alim, Aziz, Veliler olan Tasavvuf Pirleridir. Ayrıca Niyazi Mısri;

"Niyazi taht-ı Ba'da nokta oldu, Ali'nin sırrına olalı mahrem". İşte bakınız, büyük Arif ve Tasavvufçu Niyazi Mısri Hazretleri ne söylüyor?.. Evliyaların, Âlemlerin, Ariflerin ve muttakilerin İmamı, Şahı ve Seyyidi olan İmam-ı Ali'yi nasıl tanıyor ve nasıl takdir edip; O yüce Şahın, yüceliğini ne güzel ifade ile vurguluyor. Allah, O'ndan razı olsun!.. Çünkü Hazreti Şâh-ı Velayet, Cenab-ı Haydar bir sözünde şöyle buyurdu: "Tevrat, Zebur, İncil; 'Kur'an'da gizlendi. Kur'an da, Sure-i 'Yâ Sin'de' gizlendi. Sure-i Yâ Sin, 'Fatiha'da; Fatiha da, Sure-i 'îhlas'ta (Kulhüvallahü Ehad) gizlendi. İhlas-ı Şerif Suresi de 'Besmele-i Şerifte gizlendi. Bismillahirrahmanirrahim de Besmele'nin 'Ba' harfinin altındaki 'Nokta'da gizlendi". Ve "Ene noktatün taht-ı ba - Ba harfinin altındaki O nokta benim". "Niyazi taht-ı Ba'da nokta oldu!" -Niyazi, Ba harfi'nin altındaki Nokta oldu; Nokta'ya dahil oldu" Hangi nedenle?.. "Ali'nin Sırrı'na olalı mahrem!.. -Ali'nin Sırrını-gizini çözünce..." İşte Tasavvufta, "Nur-u Ahmed, Sırr-ı Ali" dedikleri; 'Ya Rabbi Nur-u Ahmed, Sırr-ı Ali hürmetine "diye dualarında tanımladıkları Sır-giz, hep Zât-ı Ahad'in, Nur-u Ahmed Aleyhisselam; Kur’an kendisi olan, Resulullah'ın Kardeşi, Ali İbni Talib Hazretleridir. On sekiz bin Âlemin Sultanı Muhammed Mustafa buyurdu: "Ali, Kur'an iledir; Kurran, Ali iledir".(6) "Hak, Ali iledir; Ali de Hak iledir". (7) "Ali, benden; Ben, Ali'denim".(8) "Ben, İlmin beldesiyim; Ali kapısıdır". (9) "Benim dostluğum, Ali'yi sevmekle mümkündür."(10) Peygamber sözleri hep Hazreti İmam'ın bu sözünde gizlidir: "Ene nokta'tün taht-ı Ba". "Ba harfinin altındaki Nokta. Benim!" İşte Sırrı Ali, Sırrı Huda, Nur-u Ahmed budur. Bakınız Pakistanlı Mutasavvıf Şair Muhammed İkbal, "Esrar ve Rumuz" adlı eserinde ne söylüyor: "Allah, Allah!.. Ebu Hasan (Haydar-ı Kerrar İmam Ali k.v.). Ben Besmele'nin 'Ba' harfi'nin altındaki Noktayım.!.. Allah!.. Allah!.. Hayretlere düşüyor... Seyha çekiyor!.. Cezbeleniyor!.. Her türlü övgüye hakkıyla lâyık. "İlmin Kapısı" nın bu sözü karşısında. Allah hepimizi bu sırra; Sırrı Ali'ye mahrem ede!.. Hazreti Şah’ ın ilminden yararlandıra... O'na Selam Olsun!. Ve sizlere büyük Mevlevi Piri, dedesi, Sultanı; Şeyh Galib'den, Hazreti imam Ali'yi nasıl tanıdığını beyan eden bir şiir takdim ediyorum: "Ey mazharı, hem muzhiri esrar Ali ! (11) İsna Aşrın (On iki îmam'ın) hayline Serdar Alî; Bunun üçü Hüseyn-i Musi-i, Cafer'dir, İkisi Hasan, üç Muhammed, çar (dört) Ali!.." Şeyh Galib, 'Hüsn-ü Aşk'ı yazan.

Bir de Gaziantepli Enderi Dede'den; " Enbiyalar Serveri, yani Muhammed Mustafa, Taht-ı Ba'da Nokta'dır, Zât-ı Alîyyel Mürteza ! (12)

KÂZİM YARDIMCI

( (5) Telmih: Anlatılmak istenen bir şeyi söz arasında dolaylı olarak anlatma, açıkça söylememe (6} Hz,Ümmü Seleme Annemizden; Taberâni, Feyzü'l kadir,C.4,S356. 17} (7) Hz. Peygamberin Dilinden Dört Halifesi» Terc, A.Fikri Yavuz, S.259,Sönmez Neşr., 1981-ist. (8) Aynı eser, S.244, 247, 254. / (9) Hz. Ibn Abbas'dan; Tirmizi, Sahih, C.2, S399. . .... Hz Câbir'den.Suyûti, Camiussağir, C.1, 5,108. (10) Hz. Peygamberin Dilinden Dört Halifesi, Terc. A. F. Yavuz, Ibn Abbas'dan; S. 261. Sönmez Neşr. 1981-Ist. 11) Mazhar: Yansıyan. Sırlar kendisinde görünen. Muzhir : Yansıtan. Sırlan yansıtan; gösteren. Yani hem ışığı kendine çeken, hem de ışığı karşıya yansıtan, ayna gibi. Hem esrara (gizlere) mazhar, hem de esrân (gizleri) izhar eden. Hem tüm sırlan biliyor; hem de tüm sırlan öğretiyor. Tabii erbabına; Hakka dost olanlara... Edeb Ya Hu!... (12) Enderi Baba, Gaziantep Bektaşi Tekkesi'nin son Piridir

Paylaş: